22 Mayıs 2010 Cumartesi

Modernlik Nostaljisi ve Yeni CHP

Bugün Cumhuriyet Halk Partisi 33. Olağan Kurultayı başladı ve Kemal Kılıçdaroğlu beklenildiği gibi büyük bir destekle kurultay salonundaki yerini aldı. Şu saatlerde anlaşıldığı üzere Kemal Kılıçdaroğlu tek aday olarak kurultayda genel başkanlığa seçilecek. Deniz Baykal’ın gidişinden sonra CHP ve hatta CHP’li olmayan seçmenin Kemal Kılıçdaroğlu şahsında oluşan sempatisi acaba CHP’yi iktidara taşıyabilir mi? Kemal Kılıçdaroğlu ismi ile CHP büyük bir değişim yaşayabilir mi ve özlenen güçlü muhalefet için Kılıçdaroğlu’nun başkanlığındaki CHP umut olabilir mi? Bunlar gibi birçok sorunun cevabını önümüzdeki süreçte göreceğiz. Şimdiden CHP’yi iktidara taşıyan ve Kılıçdaroğlu’nu Başbakan ilan edenler de yok değil. Hatta Deniz Baykal’ı yeni cumhurbaşkanı bile ilan edecek kadar ileri gidenler var. Fakat bu söylemlerin gerçeği yansıtmadığını görmek çok da zor değil. Çünkü elimizde yılların müzmin muhalefeti CHP gibi bir parti ve bu partinin son dönemde savunduğu politikaların halktan tamamen kopmuş olduğu gerçeği var. O nedenle bu gibi yorumların arkasında kronikleşmiş bir iktidar partisi alerjisi olduğunu söylemek zor değil. Bu durumda AK Parti’nin iktidara geldiği günden bu yana CHP’nin neden başarılı olamadığını sorgulamak gerekiyor. Aksi takdirde yeni güne dair umut dolu söylemlerle AK Parti’ye alternatif olabilecek bir CHP oluşması mümkün değil.

CHP’nin AK Parti iktidarı karşısında yegane muhalefet unsuru karşı durmak ve gerilim yaratmak üzere kurgulanmıştı. AK Parti yöneticileri “güneş doğudan doğar” dese hemen bir CHP’li -başta Deniz Baykal- kalkıp bunu inkar etmenin yollarını aramaktaydı. Tabiatıyla bu her şeye karşı durma hali ve başka bir öneri getirmeme durumu halktan ve hatta CHP tabanından bile tepki alıyordu. CHP kadrolarının büyük çoğunluğu, Deniz Baykal tarafından pompalanan “cumhuriyet elden gidiyor” , “siyasal İslamcılar ülkeyi ele geçiriyor”, “Atatürk değerleri yok ediliyor” cümlelerinin yansıttığı bir ruh hali –modernlik nostaljisi- içerisinde oldukları için, siyaset zeminlerini AK Parti’yi iktidardan uzaklaştırmak –ne şekilde olursa olsun- üzerine kurmuşlardı. Daha açık söylemek gerekirse CHP’nin temel hedefi meşru ya da gayri meşru yollarla AK Parti’yi iktidardan indirmekti. Bu nedenle Deniz Baykal Ergenekon avukatlığına soyunmuştu. AK Parti daha fazla etkin olmasın düşüncesini de içinde barındıran bu “modernlik nostaljisi” ruhu, Çankaya Köşkü’ne türbanlı eşi olan Abdullah Gül’ün oturmasını da engellemek adına hukukla alakası olmayan 367 saçmalığına taraf olurken, diğer taraftan da e-muhtıra olarak türk siyasi tarihinde yerini alan 27 Nisan tarihli Genelkurmay Bildirisi’ne de sahip çıkıyordu. Yine bu modernlik nostaljisi ruh halinin bir yansıması olarak TBMM’den 411 vekilin imzası ile geçen ve üniversitelerde başörtüsüne yolu açan yasayı Anayasa Mahkemesine taşıyan da CHP’ydi. CHP’nin TBMM’de oturumlara katılmama, çıkan yasaları derhal anayasa mahkemesine taşıma, orduya göz kırpmak yolu ile iktidarı sıkıştırmak ve en son yargı kanalı ile iktidara karşı mevzilenmek çabaları modernlik nostaljisi dediğimiz ruh halini yansıtırken 21. yüzyıl dünyası ve bu dünyaya her yeni gün daha fazla entegre olan Türkiye’de tepki topluyordu. Özetle, CHP’nin AK Parti karşısında ülkeyi işgalden kurtarma ve 1930’lu yılların Türkiye’sine dönmeyi isteyen modernlik nostaljisi oluşturan bir ruh hali vardı. Türban ile kavganın, mitinglerde 10.yıl marşlarının tercih edilmesinin, Atatürk ve cumhuriyet vurgusunun ve dış dünyaya kapanmak arzusunun izdüşümü bu modernlik nostaljisiydi. CHP adeta fotoğrafın bir kısmına odaklanıp diğer kısmını görme yetisini yitirmiş ve kendine has bir dünya yaratmıştı. Oysa fotoğrafın bütününe baktığımızda Türkiye hiç de CHP’nin söylemlerini yansıtan bir halde değildi. Evet fotoğrafın bir bölümünde kadrolaşmaların, yolsuzlukların ve ben bilirim jargonunun hakim olduğu bir AK Parti zihniyeti görünürdedir ancak bununla birlikte Avrupa Birliği üyeliği hedefine güçlü adımlarla ilerleme çabasında, ülkesindeki sorunları çözmek ve demokratikleşmek çabası içerisinde ve en önemlisi de halka refah, güven, özgürlük ve zenginlik verme mücadelesi içinde bir yönetim görünürdedir. Bir başka taraftan ise halk ne cumhuriyetin elden gittiğini ne de Atatürk’ün unutturulmaya çalışıldığını düşünmemektedir çünkü Türkiye halkı bu iki değere de sıkı sıkıya bağlanmıştır. Yüzde doksanın üzerinde nüfusu Müslüman olan bir ülkede başörtüsü yahut türbana ilişkin algılamaları “yobaz ve siyasal islamcı” şeklinde yansıtan CHP kadroları doğal olarak halktan kopmaktaydı.

İşte tam da bu noktanın sonuna gelinirken ve AK Parti iktidarı kaybetme korkusunu yitirirken CHP’de değişim umutları yeşermekte. AK Parti’nin iktidara geldiği günden itibaren CHP’nin izlediği siyaseti bir genel başkan değişikliği ile değiştirmek mümkün olacak mı? Halktan kopmuş, sosyal demokrat kimliği sadece tüzüğü ile sabit bir CHP, Deniz Baykal’ın gidişi ve adının önüne Gandhi lakabı yerleştirilen Kemal Kılıçdaroğlu ile “Halk Partisi” kimliğini ve “Sosyal Demokrat” anlayışını yeniden kazanabilir mi?

Bunların gerçekleşmesini bir genel başkan değişimi ile beklemek, Türkiye’de siyasi partilere sinmiş genel başkan diktatörlüğünü bir kere daha onaylamaktan öteye geçmeyecektir. Kemal Kılıçdaroğlu “CHP bir ekip partisi olacak” diyor olsa bile yapılan kurultayda MYK’nın yapısı aynen korunmakta ve güçlü genel sekreterlik devam ettirilmektedir. Ayrıca CHP’yi halktan kopardığını söylediğimiz “modernlik nostaljisi” halet-i ruhiyesi sadece Deniz Baykal’ın gidişi ile ne kadar değişebilir. Tüm bu süreçte bir Deniz Baykal’mı partiyi bu hale soktu? Dolayısıyla CHP’nin bir Deniz Baykal’ın gidişi ile değişmesini beklemek çok da gerçekçi olmayacaktır. Kemal Kılıçdaroğlu’nun yeni döneme ilişkin yeni bir manifestoya ihtiyacı olduğunu söylemek herhalde yanlış olmayacaktır. Bu manifesto belirlenirken sadece yolsuzluk – işsizlik gibi konularla ün yapan Kılıçdaroğlu ciddi bir ekibe ihtiyaç duyacaktır. AK Parti’ye muhalefet etmek için işsizlik ve yolsuzluk konularına sarılmak da yeterli olmayacaktır. Türkiye’nin sorunları sadece işsizlik ve yolsuzluk olmadığı gibi AK Parti’nin eleştirisi yapılırken de tutarlı ve öngörüsü olan öneriler geliştirmek gereklidir. CHP’nin demokratik açılım, dış politika, anayasa değişikliği gibi konularda alternatif sunacak çalışmaları derhal tasarlaması gerekmektedir.

Gelinen bu noktada Kılıçdaroğlu yeni bir umudu ifade etmektedir. CHP eğer iktidara yürümek ve ciddi bir alternatif olmak istiyorsa mutlaka siyasetinde değişikliklere gitmeli ve bu işi salt genel başkanlık değişimi ile geçiştirmemelidir. Aksi takdirde gelenin gideni aratacağını söylemek gerekebilir. Türkiye’de herkesin ve hatta Başbakan’ın bile özlem duyduğu güçlü muhalefet için Kılıçdaroğlu bir seçenektir. İktidarı zorlayacak, demokratikleşme yolunda iktidara katalizör görevi üstlenerek yardımcı olacak ve en önemlisi de siyasete gerilim ve kavgadan ziyade kibarlık ve uyum getirebilecek yeni bir anlayışı Kılıçdaroğlu ve yeni CHP getirebilir. Yeni CHP sadece tabanına değil, sosyal demokrat seçmene ve hatta sağ seçmene bile cazip gelerek iktidara da yürüyebilir. Hepimizin özlemle beklediği ve Türkiye’yi daha güçlü kılacak bir muhalefet anlayışına sahip olabilmek ümidiyle Kılıçdaroğlu’nu tebrik eder, başarılar dilerim.

Burak YALIM



14 Mayıs 2010 Cuma

Baykal’ın Şortu, Erdoğan’ın Montu, Bahçeli’nin Kravatı

Baykal geri gelecek mi, gelmeyecek mi? Yaşanan bu olay Türk siyasi hayatına yapılan bir operasyon mu değil mi? Acaba bu durumdan kim, nasıl karlı çıkacak? İşimiz gücümüz kalmadı bu ve benzeri sorulara cevap aramakla meşgul olmaktayız. Bir de 30 sene sonra 12 Eylül’de 12 Eylül Askeri Darbesini yapanları da ilgilendiren bir maddenin içinde olduğu anayasa değişikliği paketini referandumda hep birlikte oylayacağız. Siyaset dediğimiz mesele ile ister ilgilenin ister ilgilenmeyin bu soruların ve hesapların bir tarafında kendinizi buluyorsunuz. Ama mizah yapıyorsunuz ama ciddi analizler yapma çabasına girişiyorsunuz. Netice itibariyle hemen hepimiz bu meselelerin etrafında bir yaşam sürüyoruz.

Deniz Baykal’ın olay yaratan videosunu inanın bir kez bile izlemedim. Ancak basit bir akıl yürütme ile söyleyeceğim sözler elbette var. Anayasa değişikliği meselesini takip ediyordum ve o kadar sıkıcı oldu ki onu da bir yana atıverdim ama bununla ilgili de bir iki cümle kurabilirim. Peki, bunlara ilişkin kurduğum cümlelerin hali hazırda ne kıymeti olacak bunu merak ediyorum. Köşe yazarçizerlerimiz her gün hepsini okuyamasam bile bu konulara ilişkin birçok farklı yorum yaptılar. Okumayı çok da benimsemeyen bir toplum olarak en kötü bunları haberlerde izledik. Merak ediyorum acaba bilmem ne köyündeki bilmem hangi isimli teyze ile amca bu konuya ilişkin ne düşünüyor? Acaba Baykal’ın videosu ve Başbakan’ın bu konuda yorumu onları çok ilgilendiriyor mu? Yoksa tam da şu günlerde Bahar Şenlikleri havasındaki öğrenci arkadaşlarım gibi onlar da aman kime ne deyip bir kenara mı bırakıyorlar bu işi? Bu lafımdan bahar şenliklerine karşı olduğum anlaşılmasın. Mutlaka şenlikli bir öğrencilik olmalı, bunu şiddetle desteklemekteyim. Usulen katılmadığım yerler de yok değil ama meselemiz de bu değil. Meselemiz toplum olarak memleketi yönetenlerin içine düştükleri durum ile ne kadar ilgilendiğimiz yahut ilgilenip ilgilenmediğimizi sorgulamak. Memleketi yönetenlerin tartıştıkları konu ne kadar memleket meselesidir bilemem ama bizim memleketimizin insanı da memleket yönetenleri ne kadar önemsiyor acaba? Ana muhalefet ve iktidar partilerinin hazineden aldıkları parayı düşünüyorum da bizim toplumun bu partilerde yöneticilik yapanları önemsemesi gerekiyor. Bırakın milletvekili maaşlarını. Hadi onlar bizden olsun. Ama partiler bu kadar hazine yardımı alırken ve biz bu partileri siyaset üretmek, memleketi daha iyiye götürecek siyaseti belirlemek için yönetime taşırken siyasetçilerin birbirlerini alt etmek için kurguladıkları işlere bakın. Neymiş efendim, Baykal hanımına ihanet etmiş ve bunun videosu internete düşmüş, bunu acaba iktidar mı yapmış yoksa kendi partilileri Baykal’ı bitirmek için mi yapmış, ya da bu işin içinde Ergenekon olabilir miymiş kabilinden binlerce senaryo. Yahu bu tartışmaların hangisi milletin karnını doyuracak? Mutlaka siyaset bir rekabet alanıdır ve partiler birbirlerini alt etmek için mücadele etmelidir ama mücadelenin de böylesine pes doğrusu.

Şimdi merakla ve ısrarla sormak istiyorum. Sevgili genç arkadaşlarım, bahar şenliklerine bile gitmek için yeterli bütçeye sahip misiniz? Sevgili büyüklerim, ağabeylerim, ablalarım, teyzelerim, amcalarım v.b. siz acaba hayatta isteklerinizi yerine getirmek konusunda ne kadar yeterli imkâna sahipsiniz? Cevap beklemeye sanırım gerek yok. Anlıyorum ki hepinizin sıkıntıları var. En azından içinizde yaşayan biri olarak bunu gözlerimle görmekteyim. Peki, bu durumda, Baykal’ın donu, Erdoğan’ın fanilası, Bahçeli’nin kemeri v.s. bizi neden rahatsız etmiyor? Diyeceksiniz ki rahatsız ediyor. O zaman neden halen daha sessiz sedasız durmakta ve bu durumlara karşı tepkinizi koymamaktasınız? Sanırım biz milletçe devletimizi çok seviyoruz ve istiyoruz ki devlete isyan edilmesin. Sokaklara çıkılmasın, Baykal’ın şortuna Erdoğan’ın montuna ve Bahçeli’nin kravatına küfür edilmesin. Ben ediyorum sevgili dostlar, hepsinin bizim paramızla bizim önümüzde bizi ilgilendirmeyen şeylerle uğraşmasına küfür de ediyorum isyan da ediyorum. Bu isyan ne zaman büyüyecek, ne zaman bu isyandan bu isimler ürkecek, işte esas demokrasi o zaman bu ülkeye gelecek haberiniz olsun.

Burak YALIM

14.05.2010