Taksim'den ileri demokrasi çıkarmak isterken bugün itibariyle Taksim'in 1970'lere döndüğünü görmek elbette üzücü. İlk günlerde kimselerin elinde siyasi parti, ideolojik duruş anlatan bayraklar-flamalar yoktu ama bugün bırakın sadece bayrak-flama asmayı-sallamayı, bu yüzden birbirine girdi insanlar. Dileyenler buyursun buradan baksın.
(http://www.iha.com.tr/taksimde-ocalan-provokasyonu-19204-735-vid)
Takip edenlerin bildiği üzere Taksim'de başlayan hadiselere destek olmuş, halkın iktidar partisine güçlü bir mesaj vermek istediğini ve bunun anlaşılması gerektiğini ifade etmiştim. Başbakanın açıklamalarının da mesaj iletmek isteyen kitleyi daha çok tahrik ettiği hepimizin malumu. Fakat bugün geldiğimiz noktada işin farklı bir boyut aldığını gözlemlemek hiç zor değil.
Bir kısmınızın "zaten şaşırmıştık bak yine AKP yandaşlığı pozisyonuna döndü" olarak yorumlayacağı bu yazıda Taksim'de haklı nedenlerle başlayan eylemlerin bugün neden haksız bir pozisyona sürüklenmiş olduğunu anlatmak istiyorum. (Halen daha meydanda haklı taleplerle bekleyenler olduğunu da unutmadan)
Başbakan Erdoğan'ın çapulcu-ayyaş-CeHaPe zihniyeti olarak tanımlamalar yapmasından çok haklı olarak rahatsızlık duyan kitlelerin, bidon kafalı, örümcek zihniyetli, bölücü, vatan haini gibi kelimelerin de bir başkası için kullanılmasından o kadar rahatsızlık duymaları gerekiyor. Fakat bu hassasiyetin gösterilmediğini bizlere gösteren çok fazla hadise şu süreçte yaşandı-yaşanıyor. En küçük örneğini kendi üzerimden vermek istiyorum. Bugün Taksim'den dönerken yolda karşılaşıp sohbet ettiğim bir teyzeye "ben AK Parti'ye oy verdim" dediğimde bana dönüp "işte düşman içimizde" demesini sanırım basit bir espri olarak algılamamalıyız. Buna benzer bir çok örneğin ülkenin farklı yerlerinde yaşandığını duyuyoruz ve okuyoruz.
Bugün meydana girdiğimde 1970'lere özlem duyan bir açık hava müzesi oluşturulmak istendiğini düşündüm. Fikirlerini ifade hürriyetlerine lafım asla olamaz ancak tüm meydanı kaplamaları çok ilginç. Çünkü ben bu meydanın çok daha farklı kitleleri buluşturduğuna inanıyor ve işin sosyalist bir devrimden daha öte boyutları olduğunu düşünüyordum. Meydanın 1970 model solculuk üzerinden işgal edildiğini görünce "çoğulcu atmosfere ve katılımcı demokrasiye" bir katkı sunacağına yürekten inandığım Taksim Gezi Parkı direnişinin "sosyalist devrimci" bir grup tarafından işgal edildiğini, edilmemişse bile görünen tablonun bu olduğunu söyleyebilirim. 1970 model solculuktan bir katılımcı demokrasi çıkacağını düşünüyorsanız size Orwell'ın okuması çok da kolay olan "Hayvan Çiftliği" adlı kitabını önerebilirim.
Gezi Parkında sadece 1970 model solculuk ve dayanılmaz bir AKP karşıtlığı yok. Gezi Parkını günden güne haksız hale getirenlerden bir başkası da sıkı bir anarşizmin kol geziyor olması. Taksimin yayalaşması projesindeki Topçu Kışlasına itiraz edenler birkaç gündür Taksim'i yayalaştırmış durumdalar ve açıkçası orada tam bir işgal havası hakim. Öğrenciler okullarına gitmedi, sınavlarına girmedi mesela. Baktığınız zaman bu öğrencilerin Mustafa Kemal'in askerleri olduğunu görmek zor değil ama hepsi eğitim sürecini kırmış durumdalar. Kendi revirini, kütüphanesini vs. kurmuş bir alandan bahsediyoruz ve bu alanda sadece iyi niyetli insanlar değil, hırsız ve uğursuzu da kol geziyor. Orada devlet yok ve dolayısıyla güvenlikten tutun sağlığa ve diğer hizmetlere kadar her şey eylemciler tarafından sağlanmak durumunda.
Peki ne olmalıydı? Bu kadar eleştiri getiriyorsun madem sen ne öneriyorsun diye sorarsanız; birincisi o alan, o atmosfer sol siyasetin uç kollarının hakimiyetine bırakılmamalıydı.Her hafta sonu yine ve yeniden orada toplanılabilir, müzik-kitap-oyun eşliğinde talepler ve rahatsızlıklar dile getirilebilirdi. Böyle olduğunda bunu kimseler duymaz, kitle böyle büyük olmaz diyorsanız şunu rahatlıkla söyleyebilirim; sizi bu şiddetle ve anarşizmle duyanlardan hiçbir destek alamadığınız gibi, birincil hedefiniz olan iktidar değişimi için sandıkta (ki sandık yerine istifa bekleyen çok) karşınızda saflarını daha sıklaştırmış bir kitleyi göreceksiniz.
Bülent Arınç ve Abdullah Gül'ün açıklamaları AK Parti'ye zaten sempatisi olan ancak bu olaylar nedeniyle mesafe koyanları eski pozisyonlarına döndürdü. Erdoğan anlamamıştı, germişti ve hakaret etmişti ama bak Arınç ve Gül olayı topladı ve hatta kısmen özür de diledi diyorlar. Pek haksız olduklarını da söylemek mümkün değil. Şunu da asla unutmamak gerekiyor; AK Parti iktidarı yaşanan Taksim olaylarından ibaret bir karneye sahip değil, bunun öncesinde yaptığı ve vatandaşların gönlünde yer ettiği yığınla icraat var. Başbakan bugün ülkeye dönüyor. Eğer sağduyulu mesajlar verirse o dakikadan itibaren AK Parti'nin bu süreçten daha güçlenerek çıkacağını söylemek zor değil. Ancak AK Parti çevresinin de bu dış mihraklar olayını abartmaması ve içeride samimiyetle verilen haklı tepkilerin önüne geçmesine müsaade etmemesi gerekir.
Peki ne yapmalı? AK Parti bu süreçten de güçlü çıkar ve "ayyaş-çapulcu" demeye devam ederse, insanların yaşam şekline yönelik buyurgan, bildik ifadelerini kullanırsa bunca insan meydanlara boşuna mı çıkmış olacak? Kesinlikle hayır! Taksim olayları bize şunu gösterdi; eğer talepler ve rahatsızlıklar barışçıl yollarla iletilirse Başbakan'ın %50'sinin içerisinden de destek görebiliyor. Unutmamak gerekir ki AK Parti'ye destek olanlar çok eski olmayan bir zaman diliminde "yaşam tarzları, giyimleri" üzerinden dışlanmış ve hor görülmüştü. En tabi hakları olan özgürce inancını yaşamaktan men edilmişlerdi. Dolayısıyla bugün AK Parti bir başkasının yaşam alanını, özgürlüğünü kısıtlayan, yaşam tarzını hakir gören yaklaşımlar içerisinde bulunduğunda bunu en iyi anlayabilecek kişiler AK Parti'ye oy verenler arasındadır. AK Parti'nin sadece muhafazakarlardan ibaret bir parti olduğunu düşünmemek gerekiyor. Sadece dindar yahut muhafazakarlar değil benzer biçimde Kürtler de hak mağduriyetleri yaşadı-yaşıyor ve AK Parti'ye oy verdiler. Ne mi demek istiyorum; eğer AK Parti rahatsız etmeye, alan daraltmaya, kendisine oy vermeyenleri hakir görmeye devam ederse, Taksim'de oluşan kitlenin yapması gereken AK Parti içerisinde olan veya ona oy veren insanlara ulaşmak ve dün size yapılan bugün bize yapılıyor diyebilmek. Bu yeterli mi? Sanmıyorum, ayrıca bu insanlardan bir özür dilemek, biz sizi bugün anlıyoruz diyebilmek ve yarının çoğulcu toplumunu ve katılımcı demokrasisini o insanlarla birlikte kuracağımıza ikna etmek gerekiyor. Bu iknanın en kolay yolu bugün yapılan özgürlükçü, demokratik eylemin her hak mağduriyeti konusunda tekrar edilebilmesi. Yani sadece sizin kuyruğunuza basıldığında değil, kimin canı yanıyorsa (Uludere) sizden farklı da olsa kime dokunuluyorsa (Hrant Dink) sokağa çıkabilmeniz, onlara destek olmanız gerekiyor. Eh bu da sanırım henüz pek kolay değil çünkü Taksim'deki tablo her geçen gün demokrasi talebinden uzaklaşıp iktidarı sandıksız devirmekle meşgul olmaya başlıyor.