6 Haziran 2013 Perşembe

Taksim Nereye? Bundan sonra ne olmalı?


Taksim'den ileri demokrasi çıkarmak isterken bugün itibariyle Taksim'in 1970'lere döndüğünü görmek elbette üzücü. İlk günlerde kimselerin elinde siyasi parti, ideolojik duruş anlatan bayraklar-flamalar yoktu ama bugün bırakın sadece bayrak-flama asmayı-sallamayı, bu yüzden birbirine girdi insanlar. Dileyenler buyursun buradan baksın.


(http://www.iha.com.tr/taksimde-ocalan-provokasyonu-19204-735-vid)

Takip edenlerin bildiği üzere Taksim'de başlayan hadiselere destek olmuş, halkın iktidar partisine güçlü bir mesaj vermek istediğini ve bunun anlaşılması gerektiğini ifade etmiştim. Başbakanın açıklamalarının da mesaj iletmek isteyen kitleyi daha çok tahrik ettiği hepimizin malumu. Fakat bugün geldiğimiz noktada işin farklı bir boyut aldığını gözlemlemek hiç zor değil.

Bir kısmınızın "zaten şaşırmıştık bak yine AKP yandaşlığı pozisyonuna döndü" olarak yorumlayacağı bu yazıda Taksim'de haklı nedenlerle başlayan eylemlerin bugün neden haksız bir pozisyona sürüklenmiş olduğunu anlatmak istiyorum. (Halen daha meydanda haklı taleplerle bekleyenler olduğunu da unutmadan)

Başbakan Erdoğan'ın çapulcu-ayyaş-CeHaPe zihniyeti olarak tanımlamalar yapmasından çok haklı olarak rahatsızlık duyan kitlelerin, bidon kafalı, örümcek zihniyetli, bölücü, vatan haini gibi kelimelerin de bir başkası için kullanılmasından o kadar rahatsızlık duymaları gerekiyor. Fakat bu hassasiyetin gösterilmediğini bizlere gösteren çok fazla hadise şu süreçte yaşandı-yaşanıyor. En küçük örneğini kendi üzerimden vermek istiyorum. Bugün Taksim'den dönerken yolda karşılaşıp sohbet ettiğim bir teyzeye "ben AK Parti'ye oy verdim" dediğimde bana dönüp "işte düşman içimizde" demesini sanırım basit bir espri olarak algılamamalıyız. Buna benzer bir çok örneğin ülkenin farklı yerlerinde yaşandığını duyuyoruz ve okuyoruz.

Bugün meydana girdiğimde 1970'lere özlem duyan bir açık hava müzesi oluşturulmak istendiğini düşündüm. Fikirlerini ifade hürriyetlerine lafım asla olamaz ancak tüm meydanı kaplamaları çok ilginç. Çünkü ben bu meydanın çok daha farklı kitleleri buluşturduğuna inanıyor ve işin sosyalist bir devrimden daha öte boyutları olduğunu düşünüyordum. Meydanın 1970 model solculuk üzerinden işgal edildiğini görünce "çoğulcu atmosfere ve katılımcı demokrasiye" bir katkı sunacağına yürekten inandığım Taksim Gezi Parkı direnişinin "sosyalist devrimci" bir grup tarafından işgal edildiğini, edilmemişse bile görünen tablonun bu olduğunu söyleyebilirim. 1970 model solculuktan bir katılımcı demokrasi çıkacağını düşünüyorsanız size Orwell'ın okuması çok da kolay olan "Hayvan Çiftliği" adlı kitabını önerebilirim.

Gezi Parkında sadece 1970 model solculuk ve dayanılmaz bir AKP karşıtlığı yok. Gezi Parkını günden güne haksız hale getirenlerden bir başkası da sıkı bir anarşizmin kol geziyor olması. Taksimin yayalaşması projesindeki Topçu Kışlasına itiraz edenler birkaç gündür Taksim'i yayalaştırmış durumdalar ve açıkçası orada tam bir işgal havası hakim.  Öğrenciler okullarına gitmedi, sınavlarına girmedi mesela. Baktığınız zaman bu öğrencilerin Mustafa Kemal'in askerleri olduğunu görmek zor değil ama hepsi eğitim sürecini kırmış durumdalar.  Kendi revirini, kütüphanesini vs. kurmuş bir alandan bahsediyoruz ve bu alanda sadece iyi niyetli insanlar değil, hırsız ve uğursuzu da kol geziyor. Orada devlet yok ve dolayısıyla güvenlikten tutun sağlığa ve diğer hizmetlere kadar her şey eylemciler tarafından sağlanmak durumunda.

Peki ne olmalıydı? Bu kadar eleştiri getiriyorsun madem sen ne öneriyorsun diye sorarsanız; birincisi o alan, o atmosfer sol siyasetin uç kollarının hakimiyetine bırakılmamalıydı.Her hafta sonu yine ve yeniden orada toplanılabilir, müzik-kitap-oyun eşliğinde talepler ve rahatsızlıklar dile getirilebilirdi. Böyle olduğunda bunu kimseler duymaz, kitle böyle büyük olmaz diyorsanız şunu rahatlıkla söyleyebilirim; sizi bu şiddetle ve anarşizmle duyanlardan hiçbir destek alamadığınız gibi, birincil hedefiniz olan iktidar değişimi için sandıkta (ki sandık yerine istifa bekleyen çok) karşınızda saflarını daha sıklaştırmış bir kitleyi göreceksiniz.

Bülent Arınç ve Abdullah Gül'ün açıklamaları AK Parti'ye zaten sempatisi olan ancak bu olaylar nedeniyle mesafe koyanları eski pozisyonlarına döndürdü. Erdoğan anlamamıştı, germişti ve hakaret etmişti ama bak Arınç ve Gül olayı topladı ve hatta kısmen özür de diledi diyorlar. Pek haksız olduklarını da söylemek mümkün değil. Şunu da asla unutmamak gerekiyor; AK Parti iktidarı yaşanan Taksim olaylarından ibaret bir karneye sahip değil, bunun öncesinde yaptığı ve vatandaşların gönlünde yer ettiği yığınla icraat var. Başbakan bugün ülkeye dönüyor. Eğer sağduyulu mesajlar verirse o dakikadan itibaren AK Parti'nin bu süreçten daha güçlenerek çıkacağını söylemek zor değil. Ancak AK Parti çevresinin de bu dış mihraklar olayını abartmaması ve içeride samimiyetle verilen haklı tepkilerin önüne geçmesine müsaade etmemesi gerekir.

Peki ne yapmalı? AK Parti bu süreçten de güçlü çıkar ve "ayyaş-çapulcu" demeye devam ederse, insanların yaşam şekline yönelik buyurgan, bildik ifadelerini kullanırsa bunca insan meydanlara boşuna mı çıkmış olacak? Kesinlikle hayır! Taksim olayları bize şunu gösterdi; eğer talepler ve rahatsızlıklar barışçıl yollarla iletilirse Başbakan'ın %50'sinin içerisinden de destek görebiliyor. Unutmamak gerekir ki AK Parti'ye destek olanlar çok eski olmayan bir zaman diliminde "yaşam tarzları, giyimleri" üzerinden dışlanmış ve hor görülmüştü.  En tabi hakları olan özgürce inancını yaşamaktan men edilmişlerdi. Dolayısıyla bugün AK Parti bir başkasının yaşam alanını, özgürlüğünü kısıtlayan, yaşam tarzını hakir gören yaklaşımlar içerisinde bulunduğunda bunu en iyi anlayabilecek kişiler AK Parti'ye oy verenler arasındadır. AK Parti'nin sadece muhafazakarlardan ibaret bir parti olduğunu düşünmemek gerekiyor. Sadece dindar yahut muhafazakarlar değil benzer biçimde Kürtler de hak mağduriyetleri yaşadı-yaşıyor ve AK Parti'ye oy verdiler. Ne mi demek istiyorum; eğer AK Parti rahatsız etmeye, alan daraltmaya, kendisine oy vermeyenleri hakir görmeye devam ederse, Taksim'de oluşan kitlenin yapması gereken AK Parti içerisinde olan veya ona oy veren insanlara ulaşmak ve dün size yapılan bugün bize yapılıyor diyebilmek. Bu yeterli mi? Sanmıyorum, ayrıca bu insanlardan bir özür dilemek, biz sizi bugün anlıyoruz diyebilmek ve yarının çoğulcu toplumunu ve katılımcı demokrasisini o insanlarla birlikte kuracağımıza ikna etmek gerekiyor. Bu iknanın en kolay yolu bugün yapılan özgürlükçü, demokratik eylemin her hak mağduriyeti konusunda tekrar edilebilmesi. Yani sadece sizin kuyruğunuza basıldığında değil, kimin canı yanıyorsa (Uludere) sizden farklı da olsa kime dokunuluyorsa (Hrant Dink) sokağa çıkabilmeniz, onlara destek olmanız gerekiyor. Eh bu da sanırım henüz pek kolay değil çünkü Taksim'deki tablo her geçen gün demokrasi talebinden uzaklaşıp iktidarı sandıksız devirmekle meşgul olmaya başlıyor.

3 Haziran 2013 Pazartesi

Taksim'den İleri Demokrasi Çıkarmak



Türkiye 31 Mayıs 2013 Cuma gününden itibaren Taksim Gezi Parkına AVM yapılacak olması ve parktaki ağaçların sökülmesine yönelik tepkilerin giderek büyümesi ve nihayetinde uluslararası kamuoyuna yansıyacak bir boyuta evrilen polis ve gösterici çatışmalarını konuşuyor ve sanırım uzun bir süre daha konuşmaya devam edecek.

Taksim Gezi Parkından başlayıp Türkiye'nin dört bir yanına ulaşan protestoların geldiğimiz aşamada bir değerlendirmesini yapmak hepimizin boynunun borcu ancak bu değerlendirmenin de Türkiye'nin bütününü ilgilendiren bir demokratikleşme çerçevesinde ele alınmalı.

İstanbul'da yaşayan birisi olarak 31 Mayıs'tan bugüne kadar sahada olmaya ve hadiseleri bizzat yerinde görmeye çabaladım çünkü medyanın olaylarla ilgilenmediği veya ilgilenmek istemediği ve sosyal medya üzerinden de çeşitli dezenformasyonun yapıldığını bugün hepimiz kabul ediyor olmalıyız.

Gerek twitter gerek facebook kullanmak suretiyle gördüklerimi paylaşmaya çalışırken yaşanan hadiselerin Türkiye'nin farklı kesimleri için birer turnusol kağıdı işlevi gördüğünü gözlemledim. Konu hak ve özgürlükler olduğunda bırakın sokağa çıkıp destek vermeyi daha çok köstek işlevi gören kitlelerin bugün adeta özgürlük savaşçısı kesildiğini görmek ve diğer yanda mazlumların iktidarıyız ve herkese hoşgörülüyüz diyenlerin İstanbul'la sınırlı kalmayıp Türkiye'nin dört bir yanına yayılan ve hatta uluslararası boyut kazanan olayları marjinal-ideolojik-çapulcu küçük bir kitlenin provokasyonu olarak nitelendirmesi. Ahmet Telli'nin söz ve eylemin yüzleşeceği olgu etiktir deyişi geldi aklıma ve ortada büyük bir ilkesizlik ve etik dışılık hüküm sürüyordu.

Tanıyanlar bilir, 12 Eylül 2010'da "Yetmez Ama Evet" diyen ve 12 Haziran 2011 genel seçimlerinde AK Parti'ye oy veren birisi olarak kimilerine göre yandaş kimilerine göre de yalakayım. Açıkçası an itibariyle de AK Parti'nin Türkiye'nin demokratikleşmesine en büyük katkıyı yapan kadrolara sahip olduğundan şüphe etmiyorum. Özellikle Recep Tayyip Erdoğan'ın karizmatik liderliği ve halkta ona ve partisine karşı oluşan güven 2003-2010 yılları arasında Türkiye'nin bambaşka bir ülke haline gelmesinde büyük rol oynadı. Erdoğan liderliğindeki AK Parti'nin başarılarını teker teker saymak bir başka yazı konusu olur ancak en büyük başarısı askeri vesayetin geriletilmesi oldu. Kimilerine göre askeri vesayet ortadan kalkmış gibi görünebilir ancak ben gerilediğini ifade ediyorum çünkü askeri vesayetin ortadan kalkması ancak yeni bir sivil anayasa yazımıyla mümkün olacaktır.

Yukarıdaki paragrafı okumaya tahammül edemeyenler bundan sonra yazacaklarımı okumasa da olur zira yiğidi öldürsek bile hakkını teslim etmek gerekiyor. Eğer bunu beceremiyorsak bugün Taksim merkezinde oluşan olaylardan da iyi niyetli sonuçlar ortaya çıkarmak pek mümkün olmayacaktır. AK Parti'nin yukarıda andığım başarılı performansı maalesef 2010 yılından itibaren ve bilhassa 2011 seçimlerinde aldığı yaklaşık %50 oy oranıyla birlikte gerilemeye başladı. Bunun sebepleri farklı şekillerde yorumlanabilir ancak burada en belirgin sebep daha önce de defalarca belirttiğim gibi yanlış demokrasi algısıdır. Yanlış demokrasi algısından kastım %50 oy almayı yapılacak her şeyde tek yetkili ve bilen olmak olarak yorumlamaktı. Açıkçası bugün park-ağaç ekseninde başlayıp özgürlük sloganları eşliğinde devam eden protestolar "her şeyi biz biliriz" yaklaşımı ve "buyurgan" tavrın süreç içerisinde biriktirdiği tepkinin dışa vurumu oldu. Başbakan Erdoğan'ın an itibariyle bunu anladığını ve uzlaşıcı bir pozisyon belirleyeceğini söylememiz pek mümkün değil zira olaylar başladığı andan itibaren konuya ilişkin yaptığı değerlendirmeler protestocuları yatıştırmak bir yana daha çok tahrik ediyor.

Başbakan yaşanan olaylardan maalesef CHP zihniyeti ve ideolojik-marjinal grupları sorumlu tutuyor. Oysa benim sahada gözlemlediğim tablo bu değil. Açıkçası ben de sadece saha analizi yapmak için Taksim'e çıkmadım. Protestocuların barışçıl yollarla dillendirdikleri taleplerine destek olmak, %50 oy almanın diğer %50'yi gözardı edip dilediğin yaşam tarzını dayatmamak olduğunu ortaya koymak için Taksim'deydim. Bunu yaparken yanında yürüdüğüm insanların bir kısmının kendilerinden başka hiç kimsenin hak ve özgürlük talebiyle ilgilenmediğini ve hatta yok saydığını, yarın benim herhangi bir hak talebimde yanımda olmayabileceklerini biliyordum. Zaten meselenin de "kimin" hakkı ve talebi değil, kim olduğuna bakmaksızın hak ve taleplerin sahiplenilmesini ortaya koymak olması gerektiğine inanıyorum.

Evet Taksim Gezi Parkı ile ilgili proje bütün siyasi partilerin oyları ile kabul edilmiş olabilir. Ama esas olan halkın tüm siyasi partilerin bir araya gelip onayladığı bir konuyu o günkü şartlarda onaylamayabileceği ve buna ilişkin tepkisini ortaya koyabilmesi. Aksi durum 4-5 yılda bir sandığa gidip oy kullanmaktan ileri gitmeyen, halkı temsil etme yetkisi almış olanların al takke ver külah yapabileceği bir siyasi atmosferi ortaya koymaz mı? Halkın oy verdikten sonra kendisini temsil yetkisi almış olanları denetlemesi, uyarması, benden temsil yetkisi aldın ama buna verdiğin onayı ben desteklemiyorum diyebilmesi mümkün olmalı. Milletvekilleri bir araya gelip kendi maaşlarına zam yaptıkları veya kendilerine imtiyaz sağladıkları zaman ne de olsa seçilmişlerdir diyerek tepki koyamayacak mıyız?

Meselenin özünden çıkıp farklı bir tartışmaya girdiğimi düşünebilirsiniz ancak bana kalırsa konunun en hassas noktası demokrasi algımız ve anlayışımız çünkü bugün Taksim Gezi Parkı çerçevesinde gerçekleşen olaylara baktığımızda sadece polis şiddeti ve iktidar baskısı değil protestocuların da içine girdiği bir şiddet yumağı ve anti-demokratik talepleri görmek zor değil. Mesela protesto edenlerin bir kısmının attığı Mustafa Kemalin Askerleriyiz sloganları, 28 Şubat dönemini andıran tencere-tava şakırtıları ve hükumetin istifa etmesine dönük beklentilerin arka planında maalesef Türkiye toplumunun dokusuna işlemiş anti-demokratik kültür var. Maalesef işler iyi gitmediği zaman askerin yönetimi ele geçirmesine alışmışlık olduğu gibi bu süreçlerden rant elde eden de bir kesim mevcut.

Birileri halen daha polis-protestocu ayrımında kimin ne zarar gördüğü, olayların provokasyon ve oyun olup olmadığını tartışıyor olabilir. Çok net bir biçimde ilk önce polisin kullandığı orantısız gücün sonrasında protestoculara sirayet ettiğini söyleyebilirim. Kimse kusura bakmasın ancak yol kapatmak ve başbakanlık ofisini abluka altına almak meşru değildir ve bunda ısrarcı olursanız kolluk kuvvetleri güç kullanır. Polisin çekilmesiyle birlikte Taksim'in güllük gülistanlık olduğunu hep birlikte gördük. Ancak olayların Beşiktaş'a sıçraması bariz bir şekilde protestocuların tahrikiyle oldu. Çekilen polisi takip edip taş atan, polis dağılın dedikçe yollara barikat kurup çatışmak isteyen protestocuları gözlerimle gördüm. Karşılarında orantısız güç kullanan bir polis vardı derseniz ona katılırım ancak polisi güç kullanmaya ittiklerini de gözden kaçırmamak gerekiyor.

Geldiğimiz noktada Başbakanın süreçten herhangi bir mesaj almadığı kendi sözleriyle sabit. Bu durum protesto edenleri zıvanadan çıkarmaya, tahrik etmeye yetiyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün yaptığı yumuşatıcı açıklamalar umuyorum bir etki yapar. Aksi takdirde sokağa çıkan bu kitlenin, korku eşiğini de aştığını düşünürsek evine gitmesi pek mümkün görünmüyor. Protestoların ilk başladığı barışçıl ve demokratik kimlikten uzak olduğu aşikar ancak barışçıl ve demokratik protestonun mahiyetini anlamamış veya anlamak istemeyen bir iktidar var karşımızda. Ütopik olacak ama keşke başbakan çıkıp "hata yaptık" diyebilse.

Gezi Parkında gördüğüm küçük bir umut var; Türkiye'nin çoğulcu bir toplumsal zihniyete ulaşabilmesi. BPD'lilerin "Biji Serok Apo" sloganı atarak halay çektiği alanın on metre ötesinde TGB'liler "Mustafa Kemalin Askerleriyiz" sloganları atıyordu. Bir eş cinsel çift Rus televizyonuna mülakat verirken "Türkiye'de Kürtlerin, Türklerin, biz eşcinsellerin, Alevilerin, Dindarların hep birlikte birbirinin yaşam tarzlarına müdahale etmeden yaşayacağı bir ortam istiyoruz" cümlesini kuruyordu. Bir üniversite öğrencisi "ben CHP'ye oy verdim ama burayı siyasallaştırmak istemelerinden rahatsızım" derken diğer tarafta "Mülk Allah'ındır" pankartları açan muhafazakar gençler vardı. AK Parti'ye oy vermiş ama meydana çıkma gereği duymuş bir sürü insanla karşılaştım. Kısacası Gezi Parkı polis çekildikten sonra  tüm kesimlerin birlikte eğlenip, gülüp, slogan attığı bir alan oluvermişti.

Türkiye'nin ne Kemalist ne de Tayyibist bir vizyon veya yaklaşımla idare edilemeyeceğinin en somut göstergesi gezi parkı olaylarıdır. AK Partili dostlar kızmasın, CHP'li dostlar da üzülmesin ama bugün artık hepimiz birbirimize yaşam tarzı dayatmanın manasızlığını görmüş olmalıyız. "Milli İçki Bira" diyen ile "Milli İçki Ayran" diyenin farkının olmadığı, laik nesiller yetiştirme hedefiyle dindar nesiller yetiştirme hedefinin sadece birbirimize karşı büyük bir güvensizlik oluşturduğu ve her türlü şiddetin hepimizin imajı olan ülkemizin imajına büyük zarar verdiği artık anlaşılmalı.

Son olarak yaşanan hadiselerden Türk Baharı çıkarma telaşında olanlara bir çift sözüm olacak; bugüne kadar o baharı Kürtler çıkarmamışsa sizin böyle bir bahar çıkarmak haddinize değil. Unutmayalım ki öyle veya böyle işleyen bir demokrasi var ülkemizde, gelin şu yaşananlardan dersler çıkarıp bunu hep birlikte "ileri" hale getirelim ve çoğulcu bir atmosfer oluşturalım.

twitter'dan takip için: @burakyalim