Suriye’nin kuzeyinde ve dolayısıyla
Türkiye’nin güney sınırında bir Kürt özerk bölgesi oluşması ihtimali son
günlerde Suriye’de Esad rejiminin yıkılma ihtimalinin daha da artması ile
birlikte konuşulmaya başlandı. Oysa Suriye’de Kürtlerin olduğu ve Türkiye’nin
sınır bölgesindeki yerleşim yerlerinde yaşadıkları tarihi bir vaka. Suriye
devletinin 1962 yılında yapılan nüfus sayımında yüz binden fazla Kürdü nüfus
sayımının dışında tuttuğu, kimlik vermediği ve hatta bu Kürtlerin Türkiye’den
gelen yabancılar” olarak addedildiğini düşündüğümüzde Suriye’deki Kürt
realitesinin bugün yahut çok yeni bir gelişme olmadığını rahatlıkla
görebiliriz. Yine benzer şekilde Suriye’de ilk Kürt partisi olan Suriye
Kürdistan Demokratik Partisi’nin 1957 yılında kurulduğunu düşündüğümüzde her ne
kadar baskıcı Baas Rejimi nedeniyle ayrılıkçı bir siyasi tavır belirlememiş
olsa bile çok yeni olmayan bir geçmişe sahip olduğu görülecektir. Benim
anlamadığım konu bugün Suriye’nin parçalanması senaryoları üzerinden konuşulan
olası Kürt özerk bölgesi meselesinin sanki gökten zembille inmiş gibi okunuyor
olmasıdır. Suriyeli Kürtler bugüne kadar ayrılıkçı bir hareket geliştirmemiş olsa
bile kimliksiz olmaları, dillerini konuşma ve kullanma noktasında baskılara
maruz kalmaları, kültürlerini yaşatmalarına imkan tanımayan uygulamalar
düşünüldüğünde, koşullar oluştuğunda Suriye’de ilk hak talebinde bulunacak
kitle olacakları ortadadır. Türkiye’nin politika yapıcılarının bu gerçeği
görmediği yahut hesaba katmadığını düşünmek pek mümkün değil.
Suriyeli Kürtlerin Iraklı Kürtlere benzer bir
şekilde özerk bir yapılanmaya gitmesinin Türkiye tarafında endişe yarattığını
gözlemlerken bu endişenin esas kaynağının Suriyeli Kürtler mi yoksa Türkiye’nin
kendi vatandaşı olan Kürtlere dönük politikaları mı olduğunu iyi düşünmek
gerekir. Türkiye, Irak Kürdistan Özerk Bölgesi bir gerçeklik haline gelene
kadar sürekli bunu görmezden gelen ve bu yönde eğilimleri tehdit olarak
algılayan bir politika izledi. Irak Kürdistanı’nın yöneticisi olan Mesut
Barzani’nin özellikle düne kadar Türkiye tarafında nasıl algılandığı hepimizin
malumu. Peşmerge lideri olarak lanse ettiğimiz ve küçümsediğimiz Mesut Barzani
bugün Irak’ta çok önemli bir aktör ve hatta Türkiye açısından da stratejik
ilişkiler geliştirdiği önemli bir ortak haline geldi. Türkiye’nin Irak
politikasında merkezi hükümetle ve onun Başbakanı Maliki ile yaşadığı krizlere
baktığımızda Irak Kürt Bölgesel Yönetimi lideri Mesut Barzani’nin Türkiye’nin
Irak politikasını endekslediği aktör olduğunu bile söyleyebiliriz. Irak’ta
Barzani’nin Türkiye için bu kadar önemli bir aktör haline geldiği sürece
baktığımızda ise bugün Suriye’de yaşanan gelişmelere dair anlamlı sonuçlar
çıkarmamız mümkün olabilir. Zira Irak’ın ABD tarafından işgali sonrasında
Iraklı Kürtlerin ve Barzani’nin önemli bir aktör haline geldiğini görmeliyiz.
Yıllarca Saddam’ın zulmüne maruz kalan gruplardan birisi olan Kürtler Irak’ta
Saddam dönemi sona ererken en örgütlü ve gelişmeleri iyi okuyan grup olarak ön
plana çıktılar. Bugün Suriye’nin geleceğine ilişkin senaryolarda da Suriyeli
Kürtlerin örgütlü yapısı ve tarihi kimlik bilincini yan yana koyduğumuzda Esad
sonrası dönemde benzer bir gelişmeyi görmemiz şaşırtıcı olmamalı.
Türkiye’nin Suriye’de olası Kürt Özerk bölgesi
ve yönetimi ile ilgili endişelerini bugün içinde bulunduğu koşullara
baktığımızda anlamlı görebiliriz. Zira Türkiye’nin uzun döneme yayılan ve
hücrelerine kadar hissettiği bir Kürdistan korkusu mevcut. Çünkü Kürdistan
dediğimiz zaman işin içine Türkiye’de yaşayan Kürtler ve Güneydoğu Anadolu
coğrafyası da giriyor. Hiçbir devlet her şartta ama hiçbir halk da normal
koşullar altında bölünmeye sıcak bakmayacaktır. Türkiye’nin bölünme endeksli
korkusu rasyonel bir devlet refleksi olarak okunsa bile bu korkunun temelinde
yatan bir Kürt Sorunu gerçeği olduğunu bir kere daha görmek zorundayız. Türkiye
eğer Kürt Sorunu noktasında çok geç kalan adımlarını atabilmiş olsa ve en son Diyarbakır’da
gördüğümüz şiddet sahnelerinin yerini kardeşlik hukuku ve barış alabilse, bugün
Suriye’de Esad sonrası senaryoları konuşulurken yaşadığı tedirginlik olmazdı.
Peki, Türkiyeli Kürtler bölünmek mi istiyor?
Geçtiğimiz günlerde Ankara Strateji Enstitüsü’nden Prof. Dr. Erol Kurubaş
imzasıyla çıkan “Kürt Sorununun Çözüm Mantığını Anlamak” isimli rapor bu soruya
verilecek cevaplarla ilgili önemli tespitler yapıyor. Rapora göre ve benim de
aynı düşünceyi paylaştığım şekilde Türkiye’de Kürtler devlete güven ve geleceğe
ilişkin umutlar noktasında henüz “güven eşiği” dediğimiz ve aşıldığında güvenin
tamamen yitirileceği noktayı geçmiş değiller. Yani Türkiye Kürtleri halen daha
devletin barışa ilişkin bir şeyler yapabileceğine güveniyorlar ki Kürt siyasetinde
önemli bir karşılığı olan Leyla Zana’nın son çıkışları bu anlamda bir örnek
teşkil edebilir. Güven eşiği aşılmamış olmakla birlikte bu eşiğe çok
yaklaşıldığı tespitini yapan rapor güven eşiğinden bir sonraki aşamanın
“ayrılık eşiği” olduğunu söylüyor. Henüz güven eşiğinin aşılmadığını ve
ayrılık, yani bölünme eşiğine gelinmemiş olduğunu düşündüğümüzde Türkiyeli
Kürtlerin henüz bölünme gibi bir ihtimali marjinal gruplar dışında taşımadığını
söyleyebiliriz. Aslında bu tespit bize Türkiye’nin Suriye’de Esad sonrası
dönemde ihtimal dahilinde olan Kürt Özerk Bölgesine ilişkin yapması
gerekenlerin listesini önce içeride kendi Kürt vatandaşları ile tesis edeceği
barış ortamı üzerinden şekillendiriyor.
Türkiye eğer kendi Kürt Sorunu noktasında
çözüm veya normalleşmeye dönük cesur adımlar atabilir ve dün Iraklı Kürtlerle
gerçekleştirdiği stratejik yakınlığı yarın da Suriyeli Kürtlerle
gerçekleştirebilirse Kürt siyasetinin bütün merkezlerinde çekim alanı haline
gelebilir. Iraklı Kürtler işgal sonrasında Bağdat’taki hükümetten çok Türkiye
ile işbirliği içerisindeyse yarın Suriyeli Kürtler de yeni Şam hükümetine
kıyasla Türkiye ile daha sıkı ilişkiler kurabilir. Ayrıca bu denklem
Türkiye’nin tarihi derinliğinde de mevcuttur. Sykes-Picot öncesindeki bölge
haritasına bakıldığında bu çok net bir şekilde görülecektir.