6 Ağustos 2014 Çarşamba

"Affedersiniz" Demeksizin Neler Dediler!

Başbakan Erdoğan NTV'ye konuk olduğu bir programda öyle bir laf etti ki sormayın. Memleketin tüm demokratları, özgürlükçüleri, eşitlikçileri, ayrımcılık yapmayanları, vatandaşlık hukukuna inananları, barışseverleri birleşti ve "affedersiniz" metaforu üzerinden Başbakana demediklerini bırakmadı. Hatta sözün bizatihi muhatabı olduğunu düşünen Ermeni aydınlar "Güzeliz be" başlığı altında "bizi oltaya takmayı bırak, dalgana bak..." diyerek Başbakana sitem ettiler.

Başbakanın ettiği laf aynen şuydu; "...ve benim için neler söylediler; çıktı bir tanesi Gürcü diyen oldu, çıktı bir tanesi affedersin çok daha çirkin şeylerle Ermeni diyen oldu..." Öncesinde ise Aleviyim diyebilmek, Kürdüm diyebilmek ile ilgili örnekler veriyor, bunun zenginlik olduğunu ifade ediyor ve herkes ne ise onu rahatça söyleyebilmeli diyor. Sonrasında ise babamdan da dedemden de öğrendiğim, hepsinden öğrendiğim ben Türk'üm diyor. Başbakan'ın ne kadar dobra olduğu, içinden geçeni nasıl rahatlıkla söylediği yılların tecrübesiyle sabit. Sırf bunun için çok kez eleştirdik kendisini, mesela "ananı da al git" demesiyle eleştiri aldığı gibi "one minute" diyerek gönülleri fethettiği sayısız içten konuşmanın sahibi aynı Erdoğan. Bu kez de gayet doğaçlama bir şekilde "affedersin çok çirkin şeylerle"- "Ermeni diyen oldu" ifadesini kullandı ve başlangıçta da söylediğim gibi bir anda sosyal medyada kıyamet koptu.

Birincisi Başbakan orada Ermeniler için "çok çirkin şeyler" demedi, bizim de azınlık hakları, vakıf mallarının iadesi, Hrant Dink'in katledilmesi hususlarında Ermeni cemaatine hak verdiğimiz, destek olduğumuzda yediğimiz küfürleri, maalesef hepimizin bildiği ve çoğumuzun zaman zaman maruz kaldığı "o çirkin sözleri" ifade etti. Ama her gün Recep Tayyip Erdoğan'ı pür dikkat dinleyip, bir hata yapsa da üzerine çullansak diye bekleyenler elbette bunu böyle yansıtmadı. Erdoğan'ın Ermenilere hakaret ettiği tezini hızlıca işlemeye başladılar ki bu tezi işleyenlerin "Türkiye Türklerindir" ifadesi ile her gün yayına çıkan gazeteye bir kere itiraz ettiklerine de şahit olmuş değiliz. Bana sorarsanız Erdoğan'ın Ermenilere hakaret etmediği aşikar ama yine de bu cümleleri kullanması da bir o kadar gereksiz. Çünkü öyle veya böyle maalesef yıllar içinde oluşmuş olan kötücül bilinçaltını tazeleyen sözler bunlar. Fakat meselesi üzüm yemek değil bağcı dövmek olanlar olayı harika bir şekilde çarpıttılar ve hatta az kaldı bazı AK Partililerin bile Erdoğan'ın Ermenilere hakaret ettiğine inanmasına ramak kalmıştı. "Ne dediğine değil icraatına bakarım" diyerek Erdoğan'ı savunma tweetleri atanlar sanıyorum bu karalama kampanyasına kapılmış olanlardı.

Açıkçası Erdoğan'ın Ermenileri aşağıladığı tezine inanmak da kabul edilemeyecek bir durum değil zira Türkiye'de ortalama her bireyin zihin kodları biraz Kemalist. Yıllarca gayet yaygın bir biçimde kullanılan söylemlerin Başbakanın da ağzına dolanmış olması ihtimalini kimse yadırgamaz ancak adeta devrim niteliğinde olan 1915 taziyesini yayınlayan, azınlık vakıf mallarının iadesini mümkün kılan, Ermenistan ile normalleşme çabaları sarf eden ve sonra akim kalan protokollere imza atan bir hükumetin başbakanından bu sözlerin duyulması garip gelebilir. Nitekim benim de ilk bakışta "yok artık" dememin ve direk konuşmayı dinlemeye yönelmemin sebebi bu oldu. Konuşmayı dinleyince de nasıl bir çarpıtma ile karşı karşıya olduğumuzu açıkça gördüm.

Burada Erdoğan'ı sütten çıkmış ak kaşık ilan edecek değilim, Hrant Dink'in onun başbakanlığı döneminde katledildiği ve katillerinin halen ortaya çıkarılmadığı gerçeği önümüzde durduğu sürece Erdoğan'ın tüm beklentileri karşıladığını söylememiz mümkün değil. Ancak gözardı edilen bir durum var. Erdoğan'a Ermenileri aşağıladı diye saldıranların kahır ekseriyeti acaba Ermeniler, Museviler, Kürtler, Aleviler konularında nasıl bir karneye sahipler? Türkiye'de sanıyorum İttihat ve Terakki zihniyetini temsil ve takip eden İslamcılar ve AK parti değildir. Daha düne kadar "Kürt Açılımı" meselesine şiddetle karşı çıkanların bir anda Ermeni sever olması, demokrat kesilmesi, insan hak ve hukuku konuşması bana hiç normal gelmiyor. Hele hele "Hepimiz Hrant'ız, Hepimiz Ermeniyiz" sloganıyla sokağa dökülüp adalet talep edenlere karşı tamamen başka bir konu olan Hocalı Soykırımı konusu üzerinden kontra-atak yapanlara ve o kontra-atağa adeta liderlik eden İdris Naim Şahin akıllıların bugün Erdoğan'a "Ermeniler" üzerinden saldırmasına ise şapka çıkarmak gerekiyor.

Affedersiniz ama Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı olan Hrant Dink katledildiğinde "Hepimiz Ermeniyiz" sloganı attık diye ne vatan hainliğimiz kaldı ne de şehitlere vefasızlığımız. Bazıları ise açıktan küfürler savurdular, tehditler yağdırdılar. "Türkiye Türklerindir" gazetesinde yazılar yazanlar, o yazıları şevkle ve zevkle paylaşanlar şimdi kalkmışlar Erdoğan ayrımcı, aşağılayıcı, ağzı bozuk falan diyorlar. NTV'deki programdan bir veya iki gün önce Kanal 24'teki programda aynı Erdoğan "Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı"ndan bahsediyordu ama ne hikmetse kimse duymadı?! Çünkü bugün Erdoğan'a ayrımcı diyenlerin yapılacak yeni anayasada; "Türklük" tanımı olsun mu olmasın mı, "Atatürkçülük" yer alsın mı almasın mı sorularına verecekleri cevaplar, sanıyorum kendilerinin demokratlık, insan hakları savunuculuğu, eşitlikçilik oldukları iddiaları için harika bir turnusol kağıdı işlevi görecektir.

Uzun lafın kısası; birilerini bir şeylerle itham ederken lütfen işaret parmağınız dışındaki 3 parmağınızın kendinize dönük olduğunu unutmayınız. Kendiniz için istediğiniz her şeyi diğerleri için isteyebiliyor ve sizin başınıza gelmesini istemediğiniz şeylerden diğerlerini de koruyabiliyorsanız ne mutlu. Bu arada "Ne Mutlu Türk'üm Diyene" sözünün ve "Varlığım Türk Varlığına Armağan Olsun" deyişinin içinde yer aldığı faşist andın da Erdoğan ve AK Parti döneminde kaldırıldığını unutmayın. Pardon siz onu hatırladıkça Erdoğan'dan daha çok nefret ediyordunuz değil mi?!                   

Tarafsızlık ve Non-Partisan Duruş Meselesi

Son günlerin modası Türkiye'nin tarafsızlığını yitirdiği, itibarını kaybettiği ve bunda tüm sorumluluğun Erdoğan'a ait olduğu tezi… Bakın AK Parti değil, bütün sorumluluk Erdoğan'a ithaf ediliyor. Bununla birlikte bazı dostlarım ve arkadaşlarım da bana benzer bir şeyi söylüyor; "non-partisan değilmişsin!"

İlk olarak tarafsızlıktan ne anladığımıza, non-partisan olmanın ne manaya geldiğine bakmamız gerekiyor çünkü en büyük sorunlarımızdan birisi kullandığımız terminoloji aynı olmakla birlikte farklı insanların zihinlerinde epey farklı izdüşümlere tekabül ediyor olmasıdır. Tarafsızlık en basit haliyle taraf tutmamak, belirli bir zaman ve mekanda oluşan tutum ve düşünceler arasında tercih yapmamaktır. Non-partisan olmak ise herhangi bir siyasi partiye ait olmamak,  siyasi particilik yapmamak,  taraftar olmamak anlamlarına gelir.

Türkiye’nin tarafsızlığını yitirdiğini iddia edenlerin en temel argümanları “Gazze-Suriye-Mısır” politikaları üzerinden oluşuyor. Bir faz ileri gidip “Ortadoğu Bataklığı” içine çekildiğimiz, hatta buna gönüllü olduğumuz ileri sürülüyor. Birinci argüman Netanyahu, Esad ve Sisi üçlüsünün iktidarlarıyla Türkiye’deki iktidarın kanlı-bıçaklı olmasından ileri geliyor. İkinci argümanın kökleri ise çok daha derin ve içinde Arap ve İslam fobisi barındırıyor. Tarafsızlık beklentisi içinde olanların arzu ettiği tablo İsrail ile Suriye, İsrail ile Lübnan ve hatta Filistin ile İsrail arasında arabuluculuk yapan Türkiye’yi yeniden görmek. Bu tabloyu görememelerinin temel sorumlusunu Erdoğan ve AK Parti iktidarı olarak işaret ediyorlar. Çok boyutlu dış politikayı anlamadıkları gibi ilişkilerinde birden fazla boyutu olduğunu kavrayamadıkları çok net çünkü sanıyorlar ki Erdoğan ve AK Parti değişti ama karşılarındaki muhataplar hep aynı ve barışa-çözüme-istikrara meyilli. Ben bir vatandaş olarak ülkemin Başbakanını Sisi, Esad ve Netanyahu ile iyi ilişkiler kurmadığı için takdir ediyorum. Mısır, Suriye ve İsrail ile ilişkilerde bahsi geçen rejimlerden çok bu ülkelerin insanlarını önceleyen, geniş kitleleri politik süreçlere dahil etmeye çabalayan yaklaşımları da doğru buluyor ve Türkiye’nin, halkına zulüm eden Esad, darbe ile iş başına gelen Sisi ve Gazze’ye bombalar yağdırıp sivilleri katleden Netanyahu’ya tarafsız kalma ihtimalini içime sindiremiyorum.

Tarafsızlık meselesini kült haline getirenlerin beklentisi herhalde Birleşmiş Milletler, AB ve ABD’nin Gazze meselesine, Suriye’de yaşanan iç savaşa, Mısır’da gerçekleşen askeri darbeye verdikleri tepki ile Türkiye’nin verdiği tepkinin çelişmemesi ve dolayısıyla Türkiye’nin de çok sevgili batılı dostları ile arasının bozulmaması. Fakat gözden kaçırılan şey “tarafsızlığın da bir taraf olduğu” gerçeği! Mısır’da darbe yapan askerlerin ABD’den her yıl 1,5 milyar dolar aldığı, İsrail ordusunun her yıl ABD’den 3 milyar dolar aldığı gerçeğini ıskaladığımız zaman modern dünyanın tarafsız olduğunu söylemek elbette mümkün!

Non-partisanlık ise çok daha kafa karıştırıcı bir kavram; yıllarca başımı en çok ağrıtan şeylerden birisi dahil olduğum kurumun non-partisan oluşu benim ise siyasi içerikli yorumlar yapmam yazılar yazmam oldu. Sanıyorum benden beklenen etliye-sütlüye bulaşmamam, klasik, duyulmak istenen şeyleri tekrar etmemdi ve bunu yapmadığım için de şahsım üzerinden kuruma uzanan “yandaşlık” suçlamaları ile karşılaştım. Evet ben “Yaşasın Cumhuriyet, En Büyük Atatürk, Üstün Millet Türk ve Dinimiz Amin” diyerek gönülleri okşayan değil, daha çok bu çerçevede eleştirilmesi gereken eksiklere, çarpıklıklara odaklanan yazılar yazıyordum ve haliyle zihinlerinde “tabular” olanlardan eleştiri almayı da göze alıyordum. Fakat işler benimle sınırlı kalmıyor, her renkten, siyasi arka plandan kişilerin dahil olduğu, bir masada 3 kişi oturduğunda 5 farklı siyasi partiye oy çıkma potansiyeli olan çeşitliliğe sahip kurumumuz da sırf ben taraf olduğum için taraf gösteriliyordu. İşin komik tarafı ise tüm bu non-partisan olmadığım iddiaları benim herhangi bir siyasi partiye üyeliğimin dahi olmamasına rağmen yaşanabiliyordu.


Sonuç olarak ben Türkiye’nin tarafsız olması gerektiğine ne inanıyorum ne de böyle bir acizlik içinde olmasını içime sindirebiliyorum. Türkiye Gazze’de taraftır, Somali’de taraftır, Karabağ’da taraftır, Bosna’da taraftır, Mısır’da taraftır ve Türkiye dünya üzerinde zalimin zulmüne karşı, mazlumun sesini duyan bir tarafta olmalıdır. Non-partisanlık ise eskiden liderliğini yürüttüğüm kurumun temel ilkesidir ve ben de kurumun rozetini taşıdığım, o vesileyle kürsüye çıktığım her zaman buna özen gösterdim ama birey olarak hiçbir zaman sorunların uzağında oturup konforlu bir şekilde “istemezük” diyenlerden olmamaya özen gösterdim. İlk kez 1999 yılında elimde siyasi parti afişleri vardı ve 18 yaşımı doldurduktan sonra ise kullanacağım 1 oy ile siyaset yapmaya devam ettim. Eğer insan politik bir havyansa, eve götürdüğümüz ekmeğin fiyatı üzerinde siyaset birincil etkiye sahipse ve en önemlisi o insan, içinde zerre olduğu dünyanın meselelerine tarafsa, taraf olmanın getirdiği sorumluluğu taşımak zorundadır ve bunlar beni siyasetle iç içe kılmaktadır.