27 Şubat 2012
Kenara köşeye çekilmek ve susmak ne mümkün! Ülkem öyle bir
yer ki susarsan sessiz kalırsan eğer “yanlış olana”, “haksızlığa” tevessül
etmiş gibi hissediyorsun kendini. Çünkü kötülerin çok olduğu yerde iyilerin
sessizliği en büyük kötülük olabiliyor. Konuştuğunda ise yediğin küfrün ve
edilen hakaretin bini bir para ya da biri bin para… O kadar kolay küfür
edebiliyoruz ki bin tanesine bir para ödüyor ve ettiğimiz küfürlerle o kadar
tatmin oluyoruz ki bir tanesi bin para değerinde…
İnsan Tanrı’nın yeryüzündeki halifesi ve yaratılanların en
mükemmeli olmasaydı eğer biliyorum ki birçokları ile ne konuşur ne iletişir ne
de selamlaşırdım. Hani köpeğin hatırı yoksa sahibinin hatırı var yaklaşımı
biraz benimki ve hak ile batılın mücadelesi olduğuna inandığım dünya âleminde
haktan yana olabilme çabası… Marifet ise sırf bu meram üzere küfür yemek
düşüyorsa hissemize ona da eyvallah edebilme dirayetini hep göstermek, tabir
yerindeyse sol yanağa yediğin tokattan sonra sağ yanağı çevirebilmek. Her şey
zıttı ile kaimdir elbet ve mutlaka barışın ve insanlığın karşısında da zalimlik
ve savaş olacaktır. Mesele bu zıtlıkta hangi pozisyonu benimsemeye
çalıştığınız, bakın benimsediğiniz de değil, benimseme çabanızın bile anlamı
var. Hattı zatında insan beşer kuldur şaşar.
Dün Taksim’de bundan 20 yıl önce Hocalıda 623 Azeri’nin
vahşice öldürülmesi, katledilmesinin anılması için bir yürüyüş düzenlenecekti.
Yürüyüşün ilanları ile başlayan endişem dün itibariyle gerçek oldu ve Taksim’de
toplanan kalabalıklar Hocalı Katliamını anmayı Ermeni düşmanlığına çevirdi.
Hepsi Ogün Samast olan mı ararsınız yoksa Ermenilere ağza alınmayacak
hakaretleri güle oynaya söyleyenler mi… İronik olan anlı şanlı tarihlerine atıf
yapan bu insanların “Osmanlı Hoşgörüsü” dedikleri şeyden nasibini
almamış olmalarıydı. Sivil bir anma olacak derken orada İdris Naim Şahin’in
yani İçişleri Bakanı’nın olduğunu da öğrendik ve kendisinden tarihe altın
oylarla(!) yazılacak “Türk’ün Türk’ten Başka Dostu Yoktur” sözünü de işittik.
Aslında bu da İdris Naim Şahin’in sahip olduğunu sandığı muhafazakâr kimlikle
çelişiyordu ve İdris Naim beyin inandığını söylediği kutsal dinin peygamberi
Haz. Muhammed veda hutbesinde Türklere değil İnsanlığa sesleniyordu! Neresinden
tutsak dökülen, çelişkiler yumağı ve nefret saçması bir eylemdi işte! Bütün
hesap “Hepimiz Ermeniyiz” diyenlere haddini bildirmek ve “Ermenileri”
olabildiğince aşağılamak üzere kuruluydu. Atatürk’ün askerleri olduğunu iddia
edenler Atatürk’ün yaptığı söylenen yerden bayrağı kaldırıp o bir milletin
onurudur sözüne bile sadık kalamıyordu. Başbuğ’un askerleri ise Ermenistan ile
diyalog köprülerini kurma çabasına ilk girişen siyasetçilerden biri olan
Başbuğlarının kemiklerini sızım sızım sızlatıyordu. “Türk’ü yüceltmek için
Ermeni’yi aşağılamak gerekir” gibi bir ruh hastalığının dışa vurumu bundan
daha iyi olamazdı. Yani varlığınızın yüceliği başkalarının aşağılık olmasından
mı kaynaklanıyordu?
Hocalı Katliamı’nı bir nefret ve kin kusma törenine çevirerek
Hocalı’da kalleşçe öldürülen insanları siyasi bir malzeme yapmak için kurulan
şebekeler Hocalı’yı dünya barışına, dostluğa ve kardeşliğe ne kadar gereksinim
olduğunu gösterecek şekilde anmayı beceremezlerdi çünkü içlerinde derin bir
intikam ve rövanş hırsı vardı. Oysa Srebrenitsa, Hocalı, Felluce,
Bulgaristan’da Jivkov dönemi uygulamaları, Almanya’da Türklerin Nazi
eylemlerine kurban gitmesi, Gazze ve daha niceleri bize kin ve nefretin,
ırkçılığın, etnik çatışmanın, bahşettiği acılar değil miydi? Yeni bir acıya
daha dayanacak kadar gaddar mı yüreklerimiz? İstediğiniz Türkiye’de yaşayan
Ermenileri, Yahudileri, Kürtleri ve bilimum Türk olmadığını iddia edenleri
kesmek, asmak ve bu topraklardan dışarı atmak mı? Peki, Türk’ü oluşturan unsur
olarak saydığınız tüm bu renklilik ve çeşitlilik gittiğinde sizin elinizde ne
kalacak?
Kendini koca bir okyanusun içinde doğru yolu bularak orada
yürüme çabasına adayan bu fakir de kalkıp“yapmayın, etmeyin, eylemeyin,
Azeri’yi sahiplenirken Ermeni’yi aşağılamak aslında Hocalı’da Azeri’yi
aşağılayanla bir olmaktır” demeye çalıştı hep. “Hocalı’da yaşanan
katliamı lanetlemeyen Ermeni de, Hocalı üzerinden Ermeni kimliğini topyekûn
lanetleyen Azeri de ve bu acı ve gözyaşı üzerinden siyasi rant devşirmek
isteyen de zalimdir, sevgisiz, saygısız, merhametsizdir” diye haykırmaya
çabaladı. Ama nasibine düşen “Türk Düşmanlığı”, “Vatan Hainliği”, “Ermeni
Yalakalığı” vs. oldu. Ben hepsine razıydım da iş beni de aştı etrafıma,
kurumuma ve sevdiklerime yöneldi. Çalıştığım kurum ile şahsi kimliğim
örtüştürülerek hakaretlerin boyutu arttı. Aslında şaşırmamak lazım, Ermenistan
Devleti’nin Hocalı’da yaptığı katliamı bütün Ermenilere yükleyen tavrın
sahipleri benim duruşumu da bütün kuruma rahatlıkla yükleyebilirler. Yahut
İsrail Devleti’nin Gazze’de yaptığı zalimliği tüm Yahudilere yükleyip
Anti-Semitizm yapabilirler. Ha ben şimdi vazgeçtim susuyorum ve geri adım
atıyorum sanıyorlarsa Hz. Ali’nin “Haksızlığın karşısında eğilmeyiniz,
çünkü hakkınızla beraber şerefinizi de kaybedersiniz” sözüne sadık kalacağımı
bilsinler. Şahsıma yönelik hakareti kaldıracak sabır ve dirayeti gösterirken
dolaylı şekilde tehdit ederek “dediklerinin karşılığını alırsın merak etme”
sözünü söyleyenlere ise gülüyorum.
Son olarak yaşadığımız bu münakaşalara şahit olan dostlardan
nazik bir uyarı aldım. “Aman Başkan artık seni kimse üniversiteye
konuşmacı olarak çağırmayacak, dikkat et” kabilinde bir şey söylediler.
Beni düşünmeleri çok hoş, çok güzel eyvallah lakin ben kimsenin beni bir yere
sevdiği sözleri söyleyeceğim için konuşmaya çağırmasını beklemiyor ve hatta
istemiyorum. Gerçekler acıdır ve maalesef acıtır, yüzleşmek ise zor bir
imtihandır. Memleketimde üç beş ağdalı cümle ile ve “Atatürk, Vatan,
Millet, Din” gibi halkın kutsal saydıkları övülmek suretiyle nasıl popüler
olunduğu aşikâr, sırf bu sözler üzere insanlar saraya giriyor yani vekil falan
oluyor. Bu sözlerim üzerine “Ama senin de hedefin siyaset değil mi?” diyenler
oluyor. Siyasetin hakikat olduğuna inanmadıkça ve popülist nutuklarla rant
kapmanın alaşağı edildiğini görmedikçe siyaset eksik kalsın. Yalanlar üzere
oturulan koltuklar, gelinen makamlar ve ulaşılan mevkiiler hak ve hakikat
nazarında hesaba çekilecektir elbet. Ben o hesaptan korkarım.
Burak Yalım twitter
UİÇ Derneği Başkanı (www.tuicplatform.org)