6 Ağustos 2014 Çarşamba

Tarafsızlık ve Non-Partisan Duruş Meselesi

Son günlerin modası Türkiye'nin tarafsızlığını yitirdiği, itibarını kaybettiği ve bunda tüm sorumluluğun Erdoğan'a ait olduğu tezi… Bakın AK Parti değil, bütün sorumluluk Erdoğan'a ithaf ediliyor. Bununla birlikte bazı dostlarım ve arkadaşlarım da bana benzer bir şeyi söylüyor; "non-partisan değilmişsin!"

İlk olarak tarafsızlıktan ne anladığımıza, non-partisan olmanın ne manaya geldiğine bakmamız gerekiyor çünkü en büyük sorunlarımızdan birisi kullandığımız terminoloji aynı olmakla birlikte farklı insanların zihinlerinde epey farklı izdüşümlere tekabül ediyor olmasıdır. Tarafsızlık en basit haliyle taraf tutmamak, belirli bir zaman ve mekanda oluşan tutum ve düşünceler arasında tercih yapmamaktır. Non-partisan olmak ise herhangi bir siyasi partiye ait olmamak,  siyasi particilik yapmamak,  taraftar olmamak anlamlarına gelir.

Türkiye’nin tarafsızlığını yitirdiğini iddia edenlerin en temel argümanları “Gazze-Suriye-Mısır” politikaları üzerinden oluşuyor. Bir faz ileri gidip “Ortadoğu Bataklığı” içine çekildiğimiz, hatta buna gönüllü olduğumuz ileri sürülüyor. Birinci argüman Netanyahu, Esad ve Sisi üçlüsünün iktidarlarıyla Türkiye’deki iktidarın kanlı-bıçaklı olmasından ileri geliyor. İkinci argümanın kökleri ise çok daha derin ve içinde Arap ve İslam fobisi barındırıyor. Tarafsızlık beklentisi içinde olanların arzu ettiği tablo İsrail ile Suriye, İsrail ile Lübnan ve hatta Filistin ile İsrail arasında arabuluculuk yapan Türkiye’yi yeniden görmek. Bu tabloyu görememelerinin temel sorumlusunu Erdoğan ve AK Parti iktidarı olarak işaret ediyorlar. Çok boyutlu dış politikayı anlamadıkları gibi ilişkilerinde birden fazla boyutu olduğunu kavrayamadıkları çok net çünkü sanıyorlar ki Erdoğan ve AK Parti değişti ama karşılarındaki muhataplar hep aynı ve barışa-çözüme-istikrara meyilli. Ben bir vatandaş olarak ülkemin Başbakanını Sisi, Esad ve Netanyahu ile iyi ilişkiler kurmadığı için takdir ediyorum. Mısır, Suriye ve İsrail ile ilişkilerde bahsi geçen rejimlerden çok bu ülkelerin insanlarını önceleyen, geniş kitleleri politik süreçlere dahil etmeye çabalayan yaklaşımları da doğru buluyor ve Türkiye’nin, halkına zulüm eden Esad, darbe ile iş başına gelen Sisi ve Gazze’ye bombalar yağdırıp sivilleri katleden Netanyahu’ya tarafsız kalma ihtimalini içime sindiremiyorum.

Tarafsızlık meselesini kült haline getirenlerin beklentisi herhalde Birleşmiş Milletler, AB ve ABD’nin Gazze meselesine, Suriye’de yaşanan iç savaşa, Mısır’da gerçekleşen askeri darbeye verdikleri tepki ile Türkiye’nin verdiği tepkinin çelişmemesi ve dolayısıyla Türkiye’nin de çok sevgili batılı dostları ile arasının bozulmaması. Fakat gözden kaçırılan şey “tarafsızlığın da bir taraf olduğu” gerçeği! Mısır’da darbe yapan askerlerin ABD’den her yıl 1,5 milyar dolar aldığı, İsrail ordusunun her yıl ABD’den 3 milyar dolar aldığı gerçeğini ıskaladığımız zaman modern dünyanın tarafsız olduğunu söylemek elbette mümkün!

Non-partisanlık ise çok daha kafa karıştırıcı bir kavram; yıllarca başımı en çok ağrıtan şeylerden birisi dahil olduğum kurumun non-partisan oluşu benim ise siyasi içerikli yorumlar yapmam yazılar yazmam oldu. Sanıyorum benden beklenen etliye-sütlüye bulaşmamam, klasik, duyulmak istenen şeyleri tekrar etmemdi ve bunu yapmadığım için de şahsım üzerinden kuruma uzanan “yandaşlık” suçlamaları ile karşılaştım. Evet ben “Yaşasın Cumhuriyet, En Büyük Atatürk, Üstün Millet Türk ve Dinimiz Amin” diyerek gönülleri okşayan değil, daha çok bu çerçevede eleştirilmesi gereken eksiklere, çarpıklıklara odaklanan yazılar yazıyordum ve haliyle zihinlerinde “tabular” olanlardan eleştiri almayı da göze alıyordum. Fakat işler benimle sınırlı kalmıyor, her renkten, siyasi arka plandan kişilerin dahil olduğu, bir masada 3 kişi oturduğunda 5 farklı siyasi partiye oy çıkma potansiyeli olan çeşitliliğe sahip kurumumuz da sırf ben taraf olduğum için taraf gösteriliyordu. İşin komik tarafı ise tüm bu non-partisan olmadığım iddiaları benim herhangi bir siyasi partiye üyeliğimin dahi olmamasına rağmen yaşanabiliyordu.


Sonuç olarak ben Türkiye’nin tarafsız olması gerektiğine ne inanıyorum ne de böyle bir acizlik içinde olmasını içime sindirebiliyorum. Türkiye Gazze’de taraftır, Somali’de taraftır, Karabağ’da taraftır, Bosna’da taraftır, Mısır’da taraftır ve Türkiye dünya üzerinde zalimin zulmüne karşı, mazlumun sesini duyan bir tarafta olmalıdır. Non-partisanlık ise eskiden liderliğini yürüttüğüm kurumun temel ilkesidir ve ben de kurumun rozetini taşıdığım, o vesileyle kürsüye çıktığım her zaman buna özen gösterdim ama birey olarak hiçbir zaman sorunların uzağında oturup konforlu bir şekilde “istemezük” diyenlerden olmamaya özen gösterdim. İlk kez 1999 yılında elimde siyasi parti afişleri vardı ve 18 yaşımı doldurduktan sonra ise kullanacağım 1 oy ile siyaset yapmaya devam ettim. Eğer insan politik bir havyansa, eve götürdüğümüz ekmeğin fiyatı üzerinde siyaset birincil etkiye sahipse ve en önemlisi o insan, içinde zerre olduğu dünyanın meselelerine tarafsa, taraf olmanın getirdiği sorumluluğu taşımak zorundadır ve bunlar beni siyasetle iç içe kılmaktadır.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder