Son günlerin modası Türkiye'nin tarafsızlığını yitirdiği,
itibarını kaybettiği ve bunda tüm sorumluluğun Erdoğan'a ait olduğu tezi… Bakın
AK Parti değil, bütün sorumluluk Erdoğan'a ithaf ediliyor. Bununla birlikte
bazı dostlarım ve arkadaşlarım da bana benzer bir şeyi söylüyor;
"non-partisan değilmişsin!"
İlk olarak tarafsızlıktan ne anladığımıza, non-partisan
olmanın ne manaya geldiğine bakmamız gerekiyor çünkü en büyük sorunlarımızdan
birisi kullandığımız terminoloji aynı olmakla birlikte farklı insanların
zihinlerinde epey farklı izdüşümlere tekabül ediyor olmasıdır. Tarafsızlık en
basit haliyle taraf tutmamak, belirli bir zaman ve mekanda oluşan tutum ve
düşünceler arasında tercih yapmamaktır. Non-partisan olmak ise herhangi bir
siyasi partiye ait olmamak, siyasi
particilik yapmamak, taraftar olmamak
anlamlarına gelir.
Türkiye’nin tarafsızlığını yitirdiğini iddia edenlerin en
temel argümanları “Gazze-Suriye-Mısır” politikaları üzerinden oluşuyor. Bir faz
ileri gidip “Ortadoğu Bataklığı” içine çekildiğimiz, hatta buna gönüllü
olduğumuz ileri sürülüyor. Birinci argüman Netanyahu, Esad ve Sisi üçlüsünün
iktidarlarıyla Türkiye’deki iktidarın kanlı-bıçaklı olmasından ileri geliyor.
İkinci argümanın kökleri ise çok daha derin ve içinde Arap ve İslam fobisi
barındırıyor. Tarafsızlık beklentisi içinde olanların arzu ettiği tablo İsrail
ile Suriye, İsrail ile Lübnan ve hatta Filistin ile İsrail arasında arabuluculuk
yapan Türkiye’yi yeniden görmek. Bu tabloyu görememelerinin temel sorumlusunu
Erdoğan ve AK Parti iktidarı olarak işaret ediyorlar. Çok boyutlu dış
politikayı anlamadıkları gibi ilişkilerinde birden fazla boyutu olduğunu kavrayamadıkları
çok net çünkü sanıyorlar ki Erdoğan ve AK Parti değişti ama karşılarındaki
muhataplar hep aynı ve barışa-çözüme-istikrara meyilli. Ben bir vatandaş olarak
ülkemin Başbakanını Sisi, Esad ve Netanyahu ile iyi ilişkiler kurmadığı için
takdir ediyorum. Mısır, Suriye ve İsrail ile ilişkilerde bahsi geçen
rejimlerden çok bu ülkelerin insanlarını önceleyen, geniş kitleleri politik
süreçlere dahil etmeye çabalayan yaklaşımları da doğru buluyor ve Türkiye’nin,
halkına zulüm eden Esad, darbe ile iş başına gelen Sisi ve Gazze’ye bombalar
yağdırıp sivilleri katleden Netanyahu’ya tarafsız kalma ihtimalini içime
sindiremiyorum.
Tarafsızlık meselesini kült haline getirenlerin beklentisi
herhalde Birleşmiş Milletler, AB ve ABD’nin Gazze meselesine, Suriye’de yaşanan
iç savaşa, Mısır’da gerçekleşen askeri darbeye verdikleri tepki ile Türkiye’nin
verdiği tepkinin çelişmemesi ve dolayısıyla Türkiye’nin de çok sevgili batılı
dostları ile arasının bozulmaması. Fakat gözden kaçırılan şey “tarafsızlığın
da bir taraf olduğu” gerçeği! Mısır’da darbe yapan askerlerin ABD’den her
yıl 1,5 milyar dolar aldığı, İsrail ordusunun her yıl ABD’den 3 milyar dolar
aldığı gerçeğini ıskaladığımız zaman modern dünyanın tarafsız olduğunu söylemek
elbette mümkün!
Non-partisanlık ise çok daha kafa karıştırıcı bir kavram;
yıllarca başımı en çok ağrıtan şeylerden birisi dahil olduğum kurumun
non-partisan oluşu benim ise siyasi içerikli yorumlar yapmam yazılar yazmam
oldu. Sanıyorum benden beklenen etliye-sütlüye bulaşmamam, klasik, duyulmak
istenen şeyleri tekrar etmemdi ve bunu yapmadığım için de şahsım üzerinden
kuruma uzanan “yandaşlık” suçlamaları ile karşılaştım. Evet ben “Yaşasın Cumhuriyet,
En Büyük Atatürk, Üstün Millet Türk ve Dinimiz Amin” diyerek gönülleri okşayan
değil, daha çok bu çerçevede eleştirilmesi gereken eksiklere, çarpıklıklara
odaklanan yazılar yazıyordum ve haliyle zihinlerinde “tabular” olanlardan
eleştiri almayı da göze alıyordum. Fakat işler benimle sınırlı kalmıyor, her
renkten, siyasi arka plandan kişilerin dahil olduğu, bir masada 3 kişi
oturduğunda 5 farklı siyasi partiye oy çıkma potansiyeli olan çeşitliliğe sahip
kurumumuz da sırf ben taraf olduğum için taraf gösteriliyordu. İşin komik
tarafı ise tüm bu non-partisan olmadığım iddiaları benim herhangi bir siyasi
partiye üyeliğimin dahi olmamasına rağmen yaşanabiliyordu.
Sonuç olarak ben Türkiye’nin tarafsız olması gerektiğine ne
inanıyorum ne de böyle bir acizlik içinde olmasını içime sindirebiliyorum.
Türkiye Gazze’de taraftır, Somali’de taraftır, Karabağ’da taraftır, Bosna’da
taraftır, Mısır’da taraftır ve Türkiye dünya üzerinde zalimin zulmüne karşı,
mazlumun sesini duyan bir tarafta olmalıdır. Non-partisanlık ise eskiden
liderliğini yürüttüğüm kurumun temel ilkesidir ve ben de kurumun rozetini
taşıdığım, o vesileyle kürsüye çıktığım her zaman buna özen gösterdim ama birey
olarak hiçbir zaman sorunların uzağında oturup konforlu bir şekilde “istemezük”
diyenlerden olmamaya özen gösterdim. İlk kez 1999 yılında elimde siyasi parti
afişleri vardı ve 18 yaşımı doldurduktan sonra ise kullanacağım 1 oy ile
siyaset yapmaya devam ettim. Eğer insan politik bir havyansa, eve götürdüğümüz
ekmeğin fiyatı üzerinde siyaset birincil etkiye sahipse ve en önemlisi o insan,
içinde zerre olduğu dünyanın meselelerine tarafsa, taraf olmanın getirdiği
sorumluluğu taşımak zorundadır ve bunlar beni siyasetle iç içe kılmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder