4 Ağustos 2011 Perşembe

Goran Hadziç’in Yakalanması: Vicdani Sorumluluk Nerede?


1990’da Soğuk Savaş döneminin sona ermesinden sonra güç mücadelesinin belki de en acımasızca yaşandığı ve Avrupa’nın adeta seyirci kaldığı Yugoslavya’nın dağılma sürecidir. 1992-95 yılları arasında vuku bulan Bosna Savaşı’nın açtığı tahribatın sorumlusu olanlar son günlerde peşi sıra yakalanıp Uluslararası Adalet Divanı’na teslim ediliyor. 2001 yılında yakalanan Slobodan Miloseviç’i saymazsak son dönemde yakalanan savaş suçluları Radovan Karadziç (2008), Radko Mladiç ( Mayıs 2011) ve son olarak Goran Hadziç (Temmuz 2011) nasıl olduysa uzun yıllar saklanmayı hem de Sırbistan sınırları dâhilinde becerebildiler. Son olarak Goran Hadziç’in yakalanması ile birlikte Avrupa Birliği’nin Sırbistan’dan isteği olan “savaş suçlularını yakalayıp adalete teslim edin” süreci de tamamlanmış oluyor. Peki, Avrupa Birliği’nin insan hakları ve demokrasi bağlamında Sırbistan’dan rica ettiği bu sürecin tamamlanmış olması ile birlikte Sırbistan insan hakları ve demokrasi konusunda sınavını tamamlamış oluyor mu? Eski Yugoslavya Savaş Suçları Mahkemesi (ICTY) tarafından aranan 161 kişinin tamamının ele geçirilmiş olması Srebrenitsa’da yaşananları ve halen daha toplu mezarlardan kemikleri çıkarılan Boşnakların acılarını biraz olsun hafifletiyor mu?
Zamanı geri döndürmek gibi bir durum mümkün olmadığına göre Sırbistan devleti için bugün tüm savaş suçlularını adalete teslim etmiş olmak üzerine düşeni yapmak olarak değerlendirilebilir. Fakat bu son süreçte ardı sıra gelen yakalamaların da AB baskısının ve AB’ye üyelik sürecinin olmazsa olmaz şartlarından biri olarak öne sürülmüş olmasının ürünü olduğu aşikâr. İşin hazin yanı Avrupa Birliği ülkelerinin bugün savaş suçlularının teslimini Sırbistan’ın üyeliği için olmazsa olmaz şart olarak öne sürüyor olmasına rağmen o savaş suçlarını işleyenleri ve o katliamları gözlerinin önlerinde cereyan ediyor olmasına rağmen engelleyememiş olmalarıdır. İkinci bir dramatik konu ise Srebrenitsa Soykırımı’nı gerçekleştirenlerin sadece Sırp liderler olarak kamuoyuna sunulması ve o süreçte Srebrenitsa’da görev yapan Hollandalı Birleşmiş Milletler komutanı ve askerlerinin bu sürece ilişkin suçlanmıyor oluşudur. Oysa Srebrenitsa Soykırımı göz göre görre geliyorum derken Hollandalı BM güçleri bölgedeki Boşnakların silahlarını toplamış, silahlı Sırp güçlerinin ise Srebrenitsa’yı kuşatıp ele geçirmesine adeta müsaade etmişlerdir. Konunun en iç gıcıklayıcı tarafı ise adı geçen Hollandalı askerlerin ülkelerinde 2006 yılında madalya ile ödüllendirilmiş olmasıdır.
2008 yılında Radovan Karadziç Sırbistan’ın başkenti Belgrad’da farklı bir kimlik ile doktorluk yaparken, Mayıs 2011’de Radko Mladiç yine Sırbistan sınırlarında bir köyde sessiz ve sakince yaşamını sürdürürken ve son olarak Goran Hadziç de 20 Temmuz 2011’de Sırbistan’ın Voyvodina bölgesinde sahte kimlik ile bir ormanlık alanda yakalandı. İnsanlık suçu işlemiş bu üç katilin yakalanması Bosnalı Müslümanlar için mutluluk verici bir gelişme olsa da Srebrenitsa’da yaşananlar “soykırım” olarak tescillense de Hollandalı BM askerleri nezrinde tüm Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği vicdani sorumluluğu taşımaya devam etmektedirler. Savaşın bitmesinin üzerinden 15 yıldan fazla bir zaman geçmiş olmasına rağmen savaşın açtığı yaralar devam etmektedir. Son olarak 11 Temmuz 2011’de Srebrenitsa soykırımının 16. yıldönümü anılırken, Srebrenitsa’nın yakınlarındaki Potoçari anıt mezarında 613 yeni ceset toprağa verildi. Bunların içinden en genç kurban 11 yaşındaki bir çocuk, en yaşlısı ise 82 yaşındaki bir dedeydi. Bunun yanı sıra Srebrenitsa’da Boşnak nüfusu her geçen gün azalıyor. Savaştan sonra burada yaşamak istemeyenlerle birlikte ekonomik sıkıntılar nedeniyle şehri terk etmek zorunda kalan Boşnaklar da yoğunlukta.
Yugoslavya’nın dağılması ile birlikte bu süreçte en büyük acıları ve yaraları Bosnalı Müslümanların aldığını ve bu yaraların halen daha devam ettiğini teslim etmekle birlikte Goran Hadziç’in yakalanması ile birlikte tüm savaş suçlularının Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’na teslim edilmesini olumlu bir adım olarak görmeliyiz. Sırbistan Devleti Goran Hadziç’i de yakalayıp adalete teslim ederek Avrupa Birliği üyeliği yolunda önemli bir süreci tamamlamıştır. Avrupa Birliği Sırbistan’ın üyeliği için gerçekleştirdiği baskıları Bosna-Hersek’de yaşanan sorunların baş müsebbibi Sırp Cumhuriyeti için de göstermelidir ve Bosna – Hersek’in de Avrupa Birliği üyeliği yolunda adım atması sağlanmalıdır. Aradan bunca yıl geçmesine rağmen var olan savaş izlerinin silinmesi için bu Avrupa Birliği’nin vicdani sorumluluğudur. Avrupa Birliği’ne üye olmuş bir Sırbistan’ın Sırp Cumhuriyeti’ne Bosna – Hersek’le ilgili sorunlarda yeterli baskıyı yapmayacağı bilinmeli ve Bosna – Hersek ile ilgili yapısal sorunlar Sırbistan’ın AB üyeliği öncesinde mutlaka halledilmelidir. Sırbistan önemli bir eşiği atlatmış olmakla birlikte önümüzdeki süreçte en önemli ve kritik adımını Kosova ile müzakerelerde verecektir.
(20 Temmuz 2011)
Burak YALIM

UİÇ YK Başkanı

http://www.tuicakademi.org/index.php/yazarlar1/34-burak-yalim/1743-goran-hadzicin-yakalanmasi-vicdani-sorumluluk-nerede

Temelinde İnsan Olsun: Yeni Anayasa


12 Haziran Seçimleri gerçekleşmeden bir süre önce başlayan yazılara ara sürecini bugün sebepsiz yere bitiriyor ve kalemime sıkı sıkıya sarılıyorum. Seçimlerden önce beklediğimiz “yeni dönem” maalesef bir türlü başlayamadı.
Yeni Dönem dediğimiz Türkiye’nin hemen hemen tamamının mutabık olduğu “yeni anayasa”nın yazılması ile başlayacaktı. Bunun için de önemli olan çok sesli bir meclis ve herkesin her dilediği olmasa bile ortak geleceği kurgulayabilecek asgari isteklerini buluşturduğu bir sade metin. Temelinde ideoloji olmaması gereken, alabildiğine özgürlükçü, vatandaşından korkmayan, evrensel standartları göz önünde bulunduran bir metin.


Temelinde ideoloji olmaması gereken bir metin tahayyülü ile konuya girmek gerekiyor çünkü dünden alınması gereken ciddi dersler var. Siyaset bilimci olmama rağmen rahatlıkla söyleyebilirim ki “kemalizm” bir ideoloji değildir ancak ve maalesef Türkiye Cumhuriyeti bu felsefe ile yıllarca yönetilme gayretine maruz bırakılmıştır. Şimdi birileri kalkıp “Atatürk Düşmanlığı” yapıyorsun diyecek olsalar da hakikatten kaçmak gibi bir lüksümüz yok. Kemalist yaklaşımlar Türkiye’de yaşayan farklı etnik ve dinsel grupları o veya bu şekilde dışlamış, bastırmış ve kısmen yer altına itmiştir. Örnekleyecek olursak eğer, 1937 Dersim vakası, Said Nursi’nin kabrinin yerinin gizlenmesi ve defalarca değiştirilmesi, başörtüsü meselesi, cemaat ve tarikatların baskı altına alınması, istiklal mahkemelerinde alınan yargısız infaz kararları, hatta cumhuriyetin ilk yıllarında muhaliflerin o veya bu şekilde derdest edilmesi vs... Kemalist – Laik ve elitist zihniyetin yukarıda saydığımız vakalarda başrolleri oynadığı, yukarıda sayılan olayların mağdurlarının ise muhafazakar, dindar, kürt ve hatta alevilerle birlikte rum ve ermeniler olduğunu söylemek gerekiyor. Zaten kurucu felsefe dediğimiz şeyin de Sunni-Türk bir ulus inşaa etme çabası olduğunu kimse inkar etmeyecektir.
“Günün şartları...” diyerek başlayacak cümlelerle birlikte öyle olmasa böyle olurdu şeklinde yorumlar maalesef bugünün dünyasında kimseyi tatmin etmemekle birlikte günümüz sorunlarına çare bulmak için birer ilaç hüviyeti taşımamaktadır. Tarih o koşulları dayatmış olabilir, yapılanlar zaruriyet de olabilir ancak bunların doğru olduğunu söylemek, hem de bugünün dünyasından bakan bir kafa ile pek mümkün görünmuyor. Tabiki burada derdimiz tarihe intikam hırsı ile farklı bir bakış sunmak ve yapılanları alaşağı ederek tarihi sorumluluğu olan ve bugünlerin oluşumunda emeği geçenleri karalamak değildir. Önemli olan bugünün dünyasından geçmişe bakıp bugünün sorunlarının kaynağında nelerin olduğunu tespit ederek gerekli düzenleme ve reformları yapabilmek. Nitekim Türkiye’de toplum da bu yönde bir eğilim ve değişimi çok yavaş da olsa göstermektedir. Birçok ulusalcı-kemalist ve hatta elitist artık eski Türkiye’nin eski kuralları ile bir adım ileri gidilemeyeceğini tespit etmiştir ve etmeye devam etmektedir.
Tüm bu teferruatı yazmadan “yeni anayasa”nın oturacağı zeminin ideolojik olmaması gerekliğini anlatmak hiç kolay değil. Lakin bu süreci dillendirmek, geçmişe eleştirel bakmak ve bir takım kutsallaştırılmışları tenkit etmek de hiç kolay değil. Ancak yeni bir dönem ve büyük uzlaşının zaman akıp giderken birdenbire oluşmasını da beklemek mümkün değil. Dolayısıyla biraz içimiz gıcıklanacak, yılların torna tesviye usulü üzerimizden geçen milli eğitiminin hafif dışına çıkacağız ve ancak böylelikle “muhteşem geleceğe” odaklanabileceğiz. Pek muhteşem olur mu olmaz mı bilemiyorum ama en azından beklentileri en üst düzeyde tutarak yola çıkarsak sonuç olarak elde edeceğimiz kazanımlar artacaktır.
Yeni Anayasa’nın temeline insan, ilk katına ise Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı sapasağlam bir şekilde oturtulmalıdır. Temelinde insan olan bir anayasaya karşı akıl üretecek bir zihniyeti hep birlikte “hastalıklı” ilan edebiliriz ama kemalizmin de komunizmin de şeriatın da bir anti’si, karşıtı mutlaka olacaktır ve haklı sebepler öne sürebilir. Dolayısıyla yeni anayasanın, medeniyetlerin beşiği dediğimiz, “ne olursan ol gel” diyen Mevlana’nın kalbinde yaşadığı “anadolu” ile özdeşleşmesi ve doğal olarak insan temeline dayanması zaruridir. İnsanlar içinden birini seçip onun üzerine bina edilecek anayasa mutlaka bir gün gelip tarihi hükmünü yitirecektir çünkü kavrayıcı ve kapsayıcı olamaz.


(21 Temmuz 2011)
www.konseptdisi.com

"Herşeye Rağmen" MHP Mecliste Olmalı


Seçimler yaklaştıkça tansiyonun bugünlere oranla daha yükseğe ulaşacağını öngörüyor ve MHP’nin “herşeye rağmen” parlamentoda yer alması gerektiğini düşünüyorum. Zaman zaman tansiyonu kendisi de yükselten, ilginç formüller üreten, projesi ne diye sorsanız benim de şudur diye dikkatle gösterecek bir şey bulamadığım MHP,  tüm bu eksik ve gülünç durumlara rağmen parlamentoya girmelidir. Çünkü MHP’nin olmadığı bir parlamentoda; AK Parti ve CHP’nin keskin bir dille birbirlerine girdiği, BDP’nin dengesini bulamadığı, krizlerin çözülemediği ve en nihayetinde ciddi bir tabanın temsil edilmediği ve bu öfkeyle daha marjinalleşeceği bir ortam oluşacaktır.

Özellikle 12 Eylül referandumu ile inanılmaz bir itibar kaybeden MHP’nin yaklaşan 12 Haziran seçimlerinde barajın altında kalabilme olasılığının yüksek olduğunu daha önce muhtelif yerlerde belirtmiştim. Bu tezimin en büyük gerekçesini elbette 12 Eylül Referandum sürecinde MHP’nin “hayır” cephesinde adeta CHP’lileşen tavrı oluşturuyor. Ancak MHP sadece referandum vukuatı nedeniyle zor durumda değil. AK Parti ve CHP’nin de bu denklemde MHP’yi epey zorladığı gözle görülür bir gerçek çünkü birbirinden oy alamayacak olan bu iki partinin oylarını arttıracağı taban MHP tabanıdır. CHP’nin Kemal Kılıçdaroğlu ile az da olsa yarattığı yeni hava ve uzun dönemdir “AK Parti gitsin de ne olursa olsun” şeklinde seyir eden kitlelerin CHP’de buluşmak isteyeceği ve bu noktada ancak MHP’den oy çalabileceği aşikârdır. Çünkü son dönemde MHP ile CHP tavanları arasında anlayış olarak çok büyük fark görünmemektedir. Ergenekon sanığı olan Engin Alan’ın partiye dahil edilmesi ve elbette Devlet Bahçeli’nin çevresini kuşatmış Oktay Vural, Cihan Paçacı, Deniz Bölükbaşı gibi ülkücü hareketten bir haber ve daha çok Laik – Kemalist çizgide siyaseti benimseyen kişilerin MHP içerisinde ön plana daha çok çıkıyor oluşu bu örneklemin somut delilleridir. Bu durum MHP’ye iki türlü zarar vermektedir. Birincisi tavan siyasetini benimseyen kitlelerin CHP’lileşmesi, ikincisi ise bu durumdan rahatsız olan MHP tabanının AK Parti’ye meyletmesidir. Çünkü MHP tabanı ziyadesiyle dindar – muhafazakârdır ve hatta ülkücü hareketin önde gelen simaları referandum sürecinde bu farklılaşmayı bizlere net şekilde göstermiştir. İş bu durumun farkında olan AK Parti ve CHP önde gelenleri haliyle kendi oylarını yükseltmek isterler ve MHP tabanından oy kapma yarışındadırlar. Bir AK Parti’li CHP’ye, bir CHP’li de AK Parti’ye kolay kolay oy vermeyeceği için hesapların hepsi MHP üzerinden yapılmaktadır. MHP’de ne ola ki onun üzerinden oy planı yapılsın diyenlerin ise Türk siyasal hayatına şöyle bir bakmaları gerekecektir. Çünkü MHP’nin siyasi varlığı yarım asırı aşmıştır ve MHP’nin en kötü ihtimalle alacağı oy %7-9 gibi bir rakama tekabül etmektedir.

Olağanüstü bir hal olmaz ise MHP’nin yukarıda saydığım gerekçeler nedeniyle baraj tehlikesi yaşadığını bir kere daha vurgulamak istiyorum. Ancak bu duruma rağmen MHP’nin 12 Haziran seçimlerinden sonra parlamentoda bulunmasının da yararlı olacağı kanaatindeyim. Çünkü yeni dönemde yapılması düşünülen “yeni anayasa” çalışmalarında her ne kadar tekelinde olmasa da “milliyetçiliği” bayraklaştırmış ve Türk siyasi hayatının önemli bir aktörü olan MHP’nin bulunması iyi olabilir. İkinci bir konu ise MHP’nin “kriz çözücü” özelliğidir. Hatırlanacağı üzere 2007 yılında yaşanan cumhurbaşkanlığı krizinde ülkede genel seçimler yenilenmiş ve akabinde MHP her ne kadar iktidara destek vermemiş olsa bile kendi adayını çıkarıp meclis oylamalarına katılarak krizin aşılmasında rol oynamıştır. Her ne kadar CHP marifetiyle anayasa mahkemesine takılmış olsa da başörtüsü sorununu çözmek maksadıyla AK Parti ile işbirliği yapan yine MHP olmuştur. Gözlerden kaçırılmaması gereken en önemli konu ise Genel Başkan Bahçeli’nin Türkiye’nin geçtiği zor dönemlerde ülkücü teşkilatı sokaklardan uzak tutması ve yaşanması muhtemel şiddet olaylarına engel olmasıdır. Yine aynı MHP siyasi bir dava olan “Ergenekon Davası” sürecinde tarafsız bir pozisyon belirlemiş ve hukukun üstünlüğünü vurgulamakla ile birlikte sürecin derhal sonuçlandırılması, suçluların belirlenmesini talep etmiştir.

Tüm bu özellikleri nedeniyle MHP’nin 12 Haziran sonrasında da parlamentoda olması kolaylaştırıcı bir rol oynayabilir. BDP’nin dahil olacağı yeni anayasa çalışmalarında MHP’nin olmaması farklı algılamalara yol açabilir. Bu anlamda BDP’nin de söylem ve duruşunu kolaylaştıracak olan unsur MHP’nin mecliste yer alacak olmasıdır çünkü aksi takdirde AK Parti ile BDP üzerinden türlü senaryolar üretilebilir. Diğer bir konu ise meclis dışında kalan MHP’nin tabanında yaşanacak gerilmelerin oluşturabileceği sert üslup ve şiddete varan olaylar endişesidir. Hatta bu kadroların bazı kirli ellerce farklı amaçlarla kullanılması bile daha olağan hale gelebilecektir. MHP ciddi bir baraj tehdidi yaşamaktadır. Her ne kadar bazı çevrelerce oy oranları %15-17 civarında gösterilse de bu gerçekçi bir yaklaşım değildir. MHP yöneticileri ve teşkilatlarının bu afaki söylemlerle hareket etmesi durumunda MHP 12 Haziran seçimlerinde baraj altında kalabilir. Bu durum MHP’yi elbette ciddi şekilde etkileyecektir ancak diğer yandan da Türkiye’nin yakın dönemde yaşayacağı değişim ve gelişmelerde de olumsuz yönde etkili olabilir. Bu nedenle az da olsa, sınırdan da olsa MHP 12 Haziran sonrasında parlamentoda temsil edilmelidir.

(12 Nisan 2011)

24 Mayıs 2011 Salı

Relationships between Turkey and Israel: Not Missing the Chance


            The two important countries, which are of crucial importance to the Middle East region, Turkey and Israel, are now in the process of an intense tension. How will the peace be provided when the tension between Turkey and Israel is taken into consideration in addition to the Middle East's decades of instability and the tension between Arab world and Israel in this instability? If we take the recent events into consideration, how should we interpret situation? As a deteriorating process or a chance to provide peace in the Middle East. Crisis in the World Economic Forum in Davos is a milestone in the relationships between Turkey and Israel.It should be understood that there is no part for such a willful country as Israel in the 21st century world. Davos is the beginning of a process in which it should be understood that Israel-focused policies cannot be achieved in today's world in which the concept of interdependence is uttered more often.
            Latest ambassador crisis has something to do with failing to forget about what happened in Davos and longing for such a willful Israel state before Davos. Absolutely ,Each state wants to act willfully and makes himself untouchable under the name of nationalism. But, Today’s world offers us reality that you can not make any profit through war and no one can be indifferent to death of civilian people and children. The Turkey’s Prime Minister R.T. Erdoğan’s “One Minute” event not only made sense in today’s world, but also points to beginning of an ineluctable process. This process refers to the fact that Israel will not be able to act willfully and will be forced to counterparts to Palestine ,whose land he occupied under the equal conditions. Because not only Arab world but also strategic allies of Israel show serious reactions to Israel. The recent process shows that Turkey ,whose ancestor “Ottoman Empire” embraces the Jewish people expelled from European countries, can not remain silent to Israel’s disregard of international laws.
            Israel needs Turkey in finding solutions to problems with Palestine and problems about Golan Heights with Syria ,because Turkey’s latest activities and struggles in the point of foreign policies  in finding solutions for the problem of in Middle East region was acclaimed by international public opinion. Thus, the U.S. State Department spokesman Philip Crowley answered the question about how USA interpret the latest tension in his daily press briefings “While I am pointing out that Both Turkey and Israel are allies of USA, and Turkey struggles for peace of Middle East and has an important mediator roll ,We appreciate the Turkey’s effort to help the countries in Middle East ,I wish this would go on”1 Therefore, He emphasizes the important part of Turkey in the Middle East region and declares their support for Turkey.Policies that Israel follow in the relationship with Turkey must be more thoughtful and strategic in such a situation in Turkey has become more important.
            Israeli Deputy Foreign Minister was forced to apologize to Turkey for ineptness and nonsense of the message they tried to give through making ambassador to sit a lower seat and not shaking his hand.Davos is a beginning of a process in which Turkey provokes a strong reaction in Arab world  with following consistent policies and his tough stance against Israel. Israel should react more conciliatory and pragmatic in a world in which he is getting lonely day by day.Jewish columnists think that Israel did not gain antything, but , humiliated himself with the the seat crisis which was done because of the thought that Turkey is deliberately wakening the anti-semitism with the tv series broadcasted .2
            Israel and Turkey relations come to the point which revealed the risk of Israel’s losing closest Middle East ally. The tension between Turkey and Israel who especially have high-level military cooperation stems from the  Israel's fragile coalition government.3 The motif underlying the seat crisis can be the thought of making profit for Lieberman and his party with policies based on anger against Turkey ,during Lieberman is sitting in the seat of Israel's foreign minister.4 Because, the deputy foreign minister made a statement immediately after apologizing.“If broadcasting of anti-Semitist tv series are carried on, Turkey ambassador can be deported.”5 But the Israeli Foreign Ministry did not understand the fact that Turkey is the only chance in the region for the Israel who is experiencing Arab hostility and threat, also threat of Iran. If a everlasting peace is desired in Middle East, Turkey’s contribution  is needed to make Syria ,Iran and Palestine to believe in it. Besides, Iran ,Syria and Palestine will not accept a peace process without Turkey and Turkey is the only country that can meet  Israel with these countries on the same platform. When we take The U.S. conflict with Iran, the United States and France's ineffectiveness in previously tested struggles for peace , active role of Turkey Foreign Ministry in transferring the last aid on Egypt to Gaza on Egypt into consideration All the parameters shows that there can not be a Middle East in which Turkey does not have a part .
            As a result, dependence is dominated by interdependence in international relations literature and world’s dominant power The United States desires peace and stability in Middle East. Therefore, Israel can not act willfully in Middle East. This situation refers to end of golden era of Israel which started with the war between Arabs and Israel in 1967.6 If Israel loses Turkey his only ally that he can trust ,Israel will be completely alone in the Middle East. So, Israel must administrate relationships with Turkey taking Turkey’s being important element in peace in Middle East into consideration. Liberal authorities of countries which counterpart to all elements of problems in the Middle East should meet  on the same platform. The fact that Arab nationalism and Jewish nationalism will not make any contribution to  Middle East peace is understood from the following two cartoons.
            While in the first cartoon,  Israeli media is depicting the “Seat” diplomacy against the Turkish ambassador, Israel's apology from Turkey is illustrated in the second cartoon at Arab press. It is obvious that both cartoons satisfy the ultra-nationalist sentiments and  they will enlarge the existing barriers in solving the problem. Therefore, liberal Israelis should be active in this process. Instead of taking revenge for Davos, they should question why this kind of event broke out in Davos and If Israel counterparts to Turkey who has the highest level of relations with the Jewish community , Israelis can live without fear of threat. Turkey's calls for unity government in Palestine, Turkey’s credibility in the grace of Palestinians and The concept of high-level cooperation with Syria will help Israel in solving problems. In addition to Turkey’s Muslim identity, Turkey was the first country to send humanitarian aid to Georgia who experienced a war., has a developing relations with Serbia and has a mediator identity  in the relationships between Russia and Armenia. 7 When we think the fact that Jews lived in peace within the Ottoman Empire for centuries, Turkey is the only country that Israel can trust. What must be done is to take the first steps to provide peace without acting in intolerant way. Ending the Jewish still ongoing illegal settlements and withdrawal of Israeli troops from Syria’s Golan Heights may be a good start for providing peace.

January 2010
  
1 http://www.boyuthaber.com/News/Dunya/15012010/ABD-Turkiye-de-Israildedostumuz.php
2 http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspxaType=RadikalHaberDetay&Date=18.01.2010&ArticleID=975146
3 http://www.usakgundem.com/yazar/1397/İsrail-ve-türk-dizileri.html
4 http://www.usakgundem.com/yazar/1397/İsrail-ve-türk-dizileri.html
5 http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=941274&title=ayalon-diziler-surerse-elciyi-sinirdisi-ederiz
6 http://www.radikal.com.tr/Default.aspxaType=RadikalYazarYazisi&Date=14.01.2010&ArticleID=974431
7 http://www.usakgundem.com/yazar/1301/türkiye-ab-ruhunu-doğu’ya-taşıyor.html