24 Şubat 2017 Cuma

Biniciliğe Adım Atıyorum

İnandığım ve bildiğim ne varsa paylaşmalıyım çünkü bazen çok alakasız bir paylaşım insanın gününü ve hatta hayatını kurtarabiliyor.

Paylaşmak ise öğrenmeden mümkün değil, bilmediğiniz bir şeyi nasıl paylaşabilirsiniz ki? İşte bu yüzden hep öğrenme odaklı olmak, ben oldum ben çok iyi biliyorum demek yerine her yeni güne yeni bir şey öğrenmek motivasyonu ile başlamak gerekli. Çünkü her yeni gün yepyeni birşey ile karşılaşmak mümkün, hatta kaçınılmaz. 

Ben de yaklaşık 2 yıldır yepyeni bir dünyanın parçası olarak her yeni gün bu yeni dünyaya dair bir çok şey öğreniyorum. Başlıktan da belli olacağı üzere #biniciligeadimatiyorum ve bu adımın hiç bitmemesini diliyorum. 

Atlar çok farklı hayvanlar diyeceğim ancak eminim herkes için en sevdiği hayvanı en farklıdır. O zaman şöyle söylemek gerekiyor; atlar büyülü, atlar hisli, atlar asil, atlar duyarlı, atlar çekici, atlar uyumlu, atlar tedavi edici, atlar sürükleyici, atlar tarih yapıcı, atlar vefalı, atlar sahibine göre kişner... Evet en son söylediğim gibi atlar size göre şekillenir ancak sizi de şekilden şekle sokar çünkü atların en sihirli yanı çok güçlü bir iletişim sahip olmaları. İki gün önce bir atımızın rahatsızlık geçirmesi ile bunu çok daha iyi anladığımı söyleyebilirim. (şükür ki şimdi turp gibi, eskisinden daha sağlıklı) Çünkü güçlü bir iletişim kurarak bize neresinde ne ağrısı olduğunu anlatabildi. Boynunu büküp karnına baktıkça benim canım acıyordu sanki, nihayetinde iğneler, yürüyüşler ve karnına yaptığımız masajlar ile sağlığına kavuştu. 

Konuyu dağıtmayalım, atları tarif etmeye devam etmeliyiz. İki kulağı dört ayağı ve bir kuyruğundan ibaret değiller, hisleri var. Bazen şakacılar bazen ise çok ciddi. Kimi zaman huysuzlar, nadiren de sinirli yani asabi. İnsanlar gibi şiddete meyilleri yok çünkü ellerine şiddet aletlerini alamıyorlar ama sakın hafife almayın çok güçlü arka ayakları ile onlara zarar vermek isteyeni yere serebilirler.

Atları tanıyoruz, tanımalıyız çünkü binicilik sporunun en kritik noktası bence atını iyi tanımaktan geçiyor. Evet binicilerin de maharetleri yok değil ama en hayati nokta binicinin at ile kurduğu iletişim, atını ne kadar iyi tanıdığı ve onunla "birlikte" neleri nasıl yapabileceğine dair doğru karar vermesi. 

Bakın "birlikte" diyorum. Uzaktan bakınca vururum kamçıyı gider, çekerim dizgini durur sanıyor olabilirsiniz. Hiç de öyle göründüğü gibi değil, evet yardımcı malzemeler çok önemli ama birliktelik hepsinden çok daha kıymetli. Aşık olmamışsanız anlamazsınız, hani gözünün içine bakınca yüzünüzde bir tebessüm belirmesi, kan dolaşımının hızlanması gibi birşeyden bahsediyorum. Onun sesini duyduğunuzda gönlünüzün ama ferahlaması ama daralması gibi bir şey bu işte. O yüzden olay "birlikte" gerçekleşiyor, üzerinde oturuşunuz, ses tonunuz, doğru komut vermeniz, dizgin-kamçı-mahmuz kullanımında orantılı olmanız ve daha bir sürü şey etkili bu ilişkide. 

Biniciliğe Adım Atıyorum 3 kelime ancak belki 30 sene sürecek bir serüven. Adeta, bu yürüyüş şekli olan değil, adeta/sanki bir yaşamı içine sığdırmak gibi, uzun bir maratonu birlikte koşmak gibi, sonunda sadece kupalar, madalyalar değil biriktirilmiş bir sürü hatıralar olan bir ilişki bu. O yüzden #biniciligeadimatiyorum önce atı tanımakla başlamalı, atınızı veya herhangi bir atı.



17 Şubat 2017 Cuma

Atları Sevin, Size İyi Gelecektir

Anayasa değişikliği, Suriye Fırat Kalkanı Operasyonu, Donald Trump kasırgası, Dolar/Euro'daki iniş ve çıkışlar... Soluksuz bir gündemimiz, Türkiye'ye has olaylar, dünyanın nereye gideceğine dair soru işaretleri şöyle dursun. Atlara bakın atlara!

Sanırım rüyamda görsem inanmazdım, bir gün gelecek ve ben bambaşka bir hayata başlayacağım. Kaderin üstünde bir kader var biliyorsunuz, kul kuruyor kader ise gülüp geçiveriyor. Seminerler, konferanslar, organizasyonlar, görüşmeler, itişmeler ve kakışmalardan sonra Tabiat'ın ortasında buluverdim kendimi. Cemil Meriç insanlar kıyıcıydı kitaplara kaçtım demişti ben de Allah beni atlara kaçırdı diyor ve şükrediyorum halime.

İnsanların konuşup hissetmediği bir dünyadan atların sessiz ve derin hisliliğine kavuşmak ne de güzel oldu diyorum kendi kendime. Elbette takım elbiseli, mikrofonlu, bol bürokrasi ve siyaset kokan o günleri de özlemiyor değilim ama Tabiat'ın ortasında tavuk-horoz sesleri, ördeklerin kanat çırpışları, Tarçın'ın kapıdan girerken hav hav ederek günaydın demesi de hepsini unutturuyor desem yalan olmaz.

Kapıdan giriyorsunuz, yukarıdan bir Golden size bakıp selam veriyor, hızlı adımlarla tavlaya yani ahırlar bölgesine gidiyorsunuz atların kimisi kafasını çıkarmış bakıyor, diğerleri de baksın diye bir ıslık çalıyorsunuz hepsi kafalarını çıkarıyor ve size bakıyor. Sırasıyla Nevada, Yıldız, Kartopu, Arthur ve Wesley hemen karşı sırada ise Rüzgar, Kikkuli, Yağmur, Dolly ve Zillly. Hepsinin birbirinden güzel huyları, birbirini tamamlarcasına karakterleri var. Alt ahırlarda ise Dost ve Karamel, yan yana güzel günleri bekliyorlar. Hepsine selam verip Café'ye indiğimde şömine yanıyor, televizyonda ise kapalı manejin görüntüsü haydi atla gel diye çağırıyor. Sımsıcak bir çayı elime alıp başlıyorum dolaşmaya, kediler; Prenses, Panter, Romeo, Softie... Takılıyorlar peşime ve derken ördeklerin yüzdüğü gölete geliyoruz. Her seferinde aynı görüntüde farklı bir fotoğraf çekme isteği ile 2-3 dakika geçiriyorum orada, birinde bayraklı, diğerinde rüzgarlı, bir başkasında ördekler kanat çırparken...

Şöyle kapalı maneje doğru salınıyorum, her şey yerli yerinde mi, 5S işliyor mu, neler nerelere dağılmış bakalım. El arabası yerinde, kaşağı, fırça, maya demiri yerinde ama kutuları değişmiş. Sonra ekipman odası, eyerler, başlıklar düzenli, keçeler ve peluşlar tertemiz. At kapama alanı da pırıl pırıl ise şöyle derin bir oh çekiyorum. Kapalı Maneje giriyorum, lavabolar, soyunma odaları, tribünler, masalar, sandalyeler ve Binicilik Danışma Merkezi... Hepsine tek tek göz atmak gerekiyor misafirler gelmeden, evimizi tertip ve düzenli bir de tertemiz kılmak gerekiyor elbette.

Bugün hava güneşli olacak gibi görünüyor, Karamel yerine inmeli, önüne otu konulmalı, az sonra çocuklar cıvıl cıvıl etrafında dolaşacaklar, gün sonuna doğru Karamel sıkılacak bu yoğun ilgiden. Milyon kare çekilecek, atlarla selfiler yapılacak bir güne başlıyoruz, tavla pırıl pırıl, atlarımız heyecanla bekliyor misafirleri.

Mescid'in minaresi mütevazi bir mümini andırıyor, hemen önünde satranç köşesi ile aklın dinini simgeliyoruz sanki!

İşte böyle sevgili okur ve sevgili dost. Tabiat'ın ortasında yaşıyorum artık, seminerler-konferanslar-siyasi sürtüşmeler azaldıkça insanlığımı keşfediyorum. İnan sinemaya bile gidesim geliyor, türlü aktiviteler yapasım geliyor. Atlara bakıyorum, onlar da beni sesimden tanıyor. Daha ne ister ki insan.




8 Şubat 2016 Pazartesi

Etyen Mahçupyan-Gülay Göktürk: Büyük ve Küçük Akıllar

Uzun zamandır güncel siyasete yönelik tavrım Cahit Koytak'ın harika şiirine verdiği mükemmel başlığa denk düşüyordu; "Ben yokum, beni karıştırmayın".

Hayat serüvenimde içinden geçtiğim sürecin yoğunluğu ile birlikte bazı bıkkınlıklar televizyon haberleri seyretmekten ileri geçmeyen bir pasifliğe itmişti. Soranlara ısrarla "ben yokum, beni karıştırmayın" diyordum. 

Dalkavukluğun öne çıktığı, hakikatin ve liyakatin yerini günü kurtarma telaşı ve itaatin aldığı şu günlerde, bilhassa köşe yazarlığının ve kanaat önderliğinin pespaye bir hale dönüştüğü bu ortamda hiç değilse fikirlerine, dürüstlüğüne itimat ettiğim nadir kalemlerden ikisinin dalkavuklarca susturulduğunu öğrenince içim acıdı.

Kalemlerini iktidarlara göre değil savundukları demokratik değerlere göre oynatan, en zor zamanlarda en ağır ithamların edilmesine rağmen kalemlerinin namusuna leke sürmeyen iki insan; Etyen Mahçupyan ve Gülay Göktürk'ün Akşam gazetesinden uzaklaştırılması veya uzaklaşmak zorunda kalmaları utanç vericidir. 

Bazıları bu uzaklaştırılma veya uzaklaşmak zorunda kalma durumuna dair birçok farklı örnek verebilir. Şimdi mi aklın başına geldi diye soranlar da olacaktır. Hatta bu durumun faturasını Ak Parti'ye destek vermiş olanlara, dolayısıyla bizzat bana da kesenler olabilir.

"Şunun için konuşmadın, bu yüzden bunun için konuşman samimi değil" gibi cümlelere epeydir karnımız tok, zira Türkiye'de siyasi kutuplaşma ve basitlik dün ortaya çıkmış değil.

Ak Parti'nin yaklaşık 15 yıllık döneme damga vurmuş olması, iktidarını güçlenerek pekiştirmesi özellikle son 3 yıllık süreçte kraldan çok kralcılara, modern tabirle trollere, apartçiklere maalesef yeterinden fazla alan açtı. Topyekûn itaat ve topyekûn sadakatin ödüllendirildiği, basit yanlışları söylemenin bile ihanetle anıldığı çeşitli örnekler yaşadık ve maalesef yaşamaya devam ediyoruz. 

İşte tam da bu noktada Mahçupyan, Göktürk ve diğer başka kalemlerin hem hakikati arayan hem de adaleti talep eden sorgulayıcı ve eleştirel yaklaşımlarının büyük önem taşıdığına inanıyorum. Ak Parti'yi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın iktidara geldiği günden bu zamana kadar gerçekleştirdikleri reform ve demokratikleşme politikalarını destekleyen ve hatta bu aktörler ciddi tehditle ve dirençle karşılaştığında omuz veren Mahçupyan ve Göktürk'ün eleştirileri ve fikirleri bile rahatsız edici hale gelmişse gidişatın pek de iyiye olmadığını söylemek zorundayız.

İşin trajik yanı ise Mahçupyan ve Göktürk gibi fikir insanlarının sloganlar üzerinden prim yapanlarca hedef alınmasıdır. Yaşadığımız Elenor Roosvelt'in meşhur "büyük akıllar fikirleri, orta akıllar olayları ve küçük akıllar insanları tartışır" deyişinin bir yansımasıdır. Mahçupyan ve Göktürk gibi fikirleri tartışan büyük akıllar maalesef insanları bile tartışmayı beceremeyen küçük akıllarca hedef gösterilmiştir.

Mahçupyan ve Göktürk açısından durumun çok da büyütülecek bir şey olmadığını düşünüyorum zira kendileri çok uzun yıllardır çok farklı konularda ağır bedeller ödemiştir. Mahçupyan'ın son dönemde Ak Parti'nin politikalarına verdiği destek ve kimliğinden ötürü hakaretlere maruz kalması, Göktürk'ün 90'lı yıllarda başörtüsü özgürlüğü için verdiği mücadele bu duruma sadece basit birer örnek olabilir.

Diğer tarafta ise her iki isim de yazmaya Ak Parti döneminde başlamadıkları gibi yeni mecralarda fikirlerini paylaşmaya, demokrasi mücadelesini sürdürmeye ve en çok ihtiyacımız olan yapıcı eleştirel tavrı korumaya devam edeceklerdir. 

Mahçupyan, Ak Parti dışında siyaset icra eden bir aktör olmadığını defalarca yazdı. O vakit her şeye rağmen tek siyaset üreten Ak Parti'nin daralmaya mı genişlemeye mi gideceği; %40 olsun bizim olsun itaatkâr olsun yolunu mu yoksa %70 olsun bize oy vermese de olsun, eleştirileri ile bizi zorlasın yolunu mu seçeceği kritik bir soru olarak karşımıza çıkıyor. Mahçupyan ve Göktürk vakıaları her ne kadar tersini söylüyor olsa da ben kapasitesine inandığım için kapsayıcı, genişleyen bir Ak Parti ümit ediyorum. Elbette genişlemenin yolu da biraz daralmadan, yani içerideki dalkavuk ve soytarılardan arınmaktan geçiyor.

08/02/2016 - Burak Yalım 

-----------------------------------------------------------------------
Cahit Koytak - Ben yokum, beni karıştırmayın

Akıl ve selüloz karışımı
Hamurdan yoğrulmuş kafalarınız;
Oturmuş vıdı vıdı vıdı vıdı konuşuyorsunuz,
Mezarlarınızı dillerinizle kazıyorsunuz,
Dillerinizle yalıyorsunuz mezar taşlarınızı,
Alıyorsunuz, satıyorsunuz
Kurtlarını, böceklerini birbirinizin.
Söze nereden başladınız?
Ne zaman başladınız?
Babalarınızın sulbünde mi?
Analarınızın karnında mı?
Konuşuyorsunuz, konuşuyorsunuz,
konuşuyorsunuz…
Ve bir gün o asık yüzlü melek
Perçemlerinizden tutuncaya kadar da
Besbelli, konuşacaksınız, konuşacaksınız,
konuşacaksınız…
Ama ben yokum, beni karıştırmayın!
Kulaklarımı balçıkla sıvadım ben,
Kafamın çatlaklarını,
Kalbimin deliklerini tıkadım şiirle
Sizin kuramlarınıza, söylemlerinize.
Vıdı vıdı vıdı vıdı vıdı…
Bunca lafı, nerden buluyorsunuz?
Bunca vakti kimden çalıyorsunuz?
Aman ne çok şey biliyorsunuz!
Aman ne çok şey biliyorsunuz!
Teninize düşecek kurtlardan çok,
Beyninizi yiyecek kurtlardan çok, kabirde!
Kesiyorsunuz, biçiyorsunuz,
Liflerine ayırıyorsunuz sözü,
Yalanıyla, gerçeğiyle çiğnemeden
yutuyorsunuz sonra
Ve kusuyorsunuz
Sindiremediklerinizi, önümüze.
Yeter ama yeter, ölüler için de, diriler için de!
Ayıp, çünkü bakın, Tanrı konuşmak için

Sizin susmanızı bekliyor.

17 Ağustos 2015 Pazartesi

Son Düzlükte Barış(a)mamak: Suriye, IŞİD ve Diğerleri

7 Haziran seçimlerinden bir gün önce yazdığım metnin başlığı "Barış Kazanacak: Muhafazakarlar ve Kürtlerle" olarak belirmişti ancak endişem "çözüm süreci" adıyla yürütülen barış müzakerelerinin iki önemli aktörü olan dindarlar ve Kürtlerin arasının açılıyor oluşuydu.

28 Şubat 2015'te gerçekleşen Dolmabahçe Mutabakatı bilindiği gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın burada demokratik bir şey yok, yazılan 10 maddenin hangisi demokratik çıkışı ile havada kalmış ve o günden seçimlere uzanan süreçte AK Parti ile HDP'nin arası her yeni gün açılmıştı. 

AK Parti ile HDP'nin arasının açılması ve açılmaya çalışılması çok önemliydi zira TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu oluştuğunda ve içerisinde yer alan dört siyasi parti anayasa önerilerini sunduğunda birbirine en yakın ve en demokratik olan iki örnek AK Parti ve HDP'den gelmişti. Bana kalırsa yıllardır süren çatışmaları bir daha başlamamak üzere bitirecek olan, en azından çatışma olsa bile PKK terör örgütünün "bakın devlet şu hakkı vermiyor o yüzden savaşıyoruz" argümanına sahip olamayacağı atmosfer için son düzlük yeni anayasanın yazılması idi. Anayasal vatandaşlık, ana dilde eğitim hakkı ve yerel yönetimlere özerklik gibi sorunları geri dönülemez şekilde çözecek 3 temel konu ancak Yeni Demokratik Anayasa ile mümkündü ve bunun için AK Parti ile HDP'nin pozisyonları umut vericiydi.

Hatırlanacağı üzere 2005'ten itibaren o zamanın Başbakanı Erdoğan'ın liderliğinde yürütülen süreçler çok badire atlatmış, Habur, Paris Cinayetleri, Oslo gibi önemli virajlar aşılmıştı ve ister-istemez son düzlüğe girildiği hissi sadece Türkiye'de değil Türkiye'nin bu sorunu ile yakından ilgili bölge ülkeleri ve diğer devletlerde de hakimdi. Hatta Almanya istihbarat servisi BND'nin 2009'dan beri Türkiye'yi dinlediği gazetelere manşet olmuş, Oslo görüşmelerinin ise masadaki üçüncü taraflarca servis edildiği iddia edilmişti.

Özellikle Oslo tecrübesinden sonra Türkiye, sorunu kendi başına çözmeye, Kürt hareketinin tüm tarafları ile doğrudan görüşerek mesafe almaya yönelmişti. Artık sorunun çözümünde aracılara, üçüncü bir tarafa gerek duyulmuyor, Öcalan, HDP, Kandil ve örgütün Avrupa ayağı ile görüşmeler doğrudan gerçekleştiriliyordu. 7 Şubat MİT krizi ve 17-25 Aralık sürecinde servis edilen bazı ses kayıtları da bunun bir göstergesiydi. 

Türkiye'nin ve dolayısıyla AK Parti hükümetlerinin Kürt sorununa bakış açısında hesapsız davrandığı yer Suriye'deki gelişmelerdi. Irak'ta Barzani ile yürütülen yakın temas ve Barzani'nin mevcut gücünü abartan yaklaşım ile Türkiye dışındaki Kürtlerle sorun yaşanmayacağı hesap edilerek eksik planlama yapıldı belkide. Oysa Suriyeli Kürtler için Barzani değil kendi yapılanmaları öncelikliydi zira Esad'ın rejimi altında kimliği bile olmayan Suriyeli Kürtlerin Barzani'den bekleyebilecekleri bir şey olmadığı gibi Barzani'nin de bu konuda yapabilecekleri sınırlıydı.

Mısır ve Libya'da yaşanan Arap Baharı dalgası henüz kışa dönmemiş, Mursi ve Müslüman kardeşler askeri darbe ile devrilmemiş, Libya'da ise kabile çatışmaları ve karmaşası tam olarak baş göstermemişken Türkiye'nin durduğu yerin ilkesel olarak doğruluğu ve Erdoğan'ın bu ülkelere gidip adeta kendi ülkesindeki partililerinin yaptığı gibi coşku seli ile karşılaşması elbette zihinleri bulandırdı ve Suriye'de de 6 aya bu iş biter düşüncesi oluştu.

Belki de bitecekti ama Arap Baharı diye adlandırılan gelişmelerin Batı'da biraz daha sonbahar gibi görünmeye başladı zira Suriye'de de seküler Baas Rejiminin yıkılması ve yerine gelecek aktörleri öngörememe veya İslamcı olacaklarını öngörme, neredeyse bölgenin tamamında adeta İslamcı iktidarlardan oluşan bir kuşak meydana gelmesi endişesini doğurdu. (Türkiye-Suriye-Filistin-Mısır-Tunus-Libya)

Çözüm süreci ile bölgedeki İslamcı Kuşak ihtimalinin ne alakası var diyebilirsiniz ancak Türkiye'de çözümün parametrelerini en çok etkileyenin Suriye'deki gelişmeler olduğu çok kişi tarafından da yazıldı çizildi. Kürtlerle-Muhafazakarlar arasına giren kara kedi Kobani-Rojava ve IŞİD olmadı mı?

AK Parti ile HDP'nin birbirine en yakın iki parti olması gerekirken (demokratik bakış açısı) bir anda kanlı-bıçaklı hale gelmesi Türkiye'nin Kobani'de IŞİD zülmüne uğrayan Kürtlere yardım etmediği ve hatta aksine IŞİD gibi kimsenin savunabileceği tek bir yanı olmayan gözü dönmüş bir terör örgütüne destek verdiği iddiaları üzerinden gerçekleşti.

Burada komplo teorilerine girmek, IŞİD'i oluşturan etkenler ve bir anda nasıl bu kadar güçlü bir şekilde zuhur ettiği üzerine düşünmek mümkün ve ayrıca komplo teorilerini çok dışlamak da doğru değil. Sorular sorarak ilerlediğimizde, IŞİD'in bu kadar militanı nereden, nasıl topladığını düşündüğümüzde konuya bambaşka bir boyut getirilebilir. IŞİD'in Suriye'de varlığı en çok kime yaradı, IŞİD en çok militanını nereden devşirdi, IŞİD'i kuran kişilerin, yöneticilerinin arka planları nedir vs...

Konuya dönecek olursak eğer, bugün herkesin en zor konuşabileceği bir süreç içerisindeyiz. Her gün şehit haberleri gelirken ve ülke yeniden bir seçime doğru sürüklenirken kalkıp "çözüm-barış süreci devam etsin" demek hem toplumsal tepkiyi hem de bu tepkinin siyasi sonuçlarını düşünenler için çok kolay değil. Ancak bugüne kadar çözüm-barış sürecinde ön almış, vicdan sahibi, akil-bilge-aydın-entelektüel (artık ne derseniz deyin) bireylerin güçlü şekilde sesini çıkarması gerekiyor.

AK Parti'nin çözüm sürecini "Kürt Açılımı" adı altında ilan ettiği, İmralı ile görüşme cesaretini gösterdiği ve hatta Habur kazasını göze aldığı günlerde alkış tutan partililerin bir kısmının gündelik menfaatler uğruna kıvırmasını bir kenara not ederek, yine benzer şekilde düne kadar Kürtlere demediğini bırakmayan ve Gezi'de utanmadan Kürtler nerede diye soran kitlelerle iş tutan, ittifak yapan HDP'lileri de bir kenara yazarak yola devam etmek zorundayız! O yol ise çözümün-barışın ve demokratikleşmenin hepimizin yararına olduğunu bıkmadan usanmadan anlatmaktan başkası değil.

7 Haziran öncesi ve sonrasında HDP'nin barajı geçmesi üzerinden "teröristleri meclise soktunuz" diyerek HDP'ye oy verenleri suçlayan AK Parti'li yönetici ve tabanı, diğer tarafta ise sırf çözüm sürecini başlatıp yürüttüğü için AK Parti'ye demediklerini bırakmayanlar ile "Seni Başkan Yaptırmayacağız" sloganı üzerinden ittifak edenleri tarihe yazarak ve geride bırakarak çözüme ve barışa sarılmak zorundayız.

Sosyal medyada ve köşelerde savaş çığırtkanlığı her yeni günde artmakta, şimdi, tam da bugün "bak gördünüz mü alın size çözüm süreci" diyenlere vereceğimiz cevaplar olmalı. Alın size "AKP'nin çözüm ve barış süreci" diyenlere bunun AKP'nin değil Türkiye'nin ihtiyacı olan bir süreç olduğunu anlatmamız gerekiyor. Evet sesimizin en az duyulacağı, hain-kalleş vs. ilan edilmemizin en kolay olduğu bugünlerde bunları haykırmak gerekiyor. Çözüm sürecinin bir AKP projesi olduğu için değil Türkiye'nin, Kürtlerin-Türklerin ve hepimizin hayrına olduğu için kıymetli olduğunu, Türkiye'yi böleceği için değil daha güçlü kılacağı için önemli olduğunu anlatabilmemiz icap ediyor.

Evet benim de her yeni şehit haberinde içim yanıyor, ben de lanet okuyorum PKK terör örgütüne ancak eş zamanlı olarak şunu da söylüyorum; 2005'ten bugüne kadar Türkiye'nin demokratikleşmesi, Kürtlerin anasının ak sütü gibi helal olan haklarının iade edilmesi yoluyla terörü-şiddeti tamamen bitiremese bile marjinal bir noktaya getirme çabalarını destekliyorum. Kürtlerin ana dilde eğitim hakkını, vatandaş olan herkesin Türk olduğunu söyleyen anayasal maddeyi değil, vatandaş olan herkesin eşit olduğunu söyleyecek anayasal maddeyi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesini destekliyorum. Bunu Kürtleri tatmin etmek, onlara bir şey bahşetmek için değil Türkiye'nin ihtiyacı olduğu için, zaten Kürtlerin doğuştan edindiği hakları benim bahşetme lüksüm olmadığı için istiyorum.

Oy hesapları ve PKK IŞİD gibi terör örgütlerinin bölgede yaşanan değişime göre aldığı pozisyonların çözüme-barışa-kardeşliğe engel olmaması, Türkiye'nin daha demokratik, müreffeh ve farklılıkları ile zenginleştiği bir ülke olması ve yukarıda andığım akil-entelektüel-bilge her kim varsa onların da seslerinin daha yüksek perdeden çıkması umuduyla...