22 Mayıs 2022 Pazar

Finlandiya ve İsveç’in NATO Üyeliği: Türkiye Oyunbozan mı?

Uzun yıllar sonunda tarafsızlığını bırakıp NATO’ya üye olmaya karar veren İsveç ve Finlandiya’nın ittifaka üyeliği, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “olumsuz bakıyoruz” çıkışı ile tartışma konusu haline geldi. Türkiye’nin 1952 yılından bugüne üye olduğu Kuzey Atlantik İttifakı’na yeni bir üyenin dâhil olması için üyelerin oybirliği şart. Dolayısıyla İsveç ve Finlandiya’nın tarihi kararı ve Batı cephesi için de çeşitli sebeplerle stratejik olan üyelik süreci Türkiye’nin itirazına takılmış durumda. NATO, bilindiği üzere ikinci dünya savaşından sonra Sovyetler Birliği’nin yayılmacı tehdidine karşı kurulan ortak güvenlik örgütüdür. Sovyetlerin yıkılması ve soğuk savaşın sona ermesi, NATO’nun varlığını tartışmaya açmasına rağmen halen varlığını ve önemini koruyor. Özellikle 1990’lı yıllarda Yugoslavya’nın dağılması sürecinde Bosna ve Kosova’daki rolüyle önemini pekiştiren NATO, 11 Eylül’ün ardından ABD’nin Afganistan’a askeri müdahalesinde de önemli rol oynadı.

İsveç ve Finlandiya’nın bugün NATO’ya girme kararı vermesinin ardında Rusya-Ukrayna savaşı önemli faktör olarak görünse de her iki ülkenin de askeri tarafsızlığına rağmen NATO ile ilişkileri geçmişe dayanıyor. İsveç ve Finlandiya ile NATO ilişkileri 1994 yılında Barış İçin Ortaklık (PfP) ile başlıyor. İki ülke, NATO’nun Balkanlar, Afganistan ve Irak’taki operasyonlarında aktif katılım gösterenler arasındaydı. NATO’nun üye olacak ülkeler için öngördüğü açık kapı politikası anlaşmanın 10. maddesinde şöyle ifade ediliyor: “NATO üyeliği, Kuzey Atlantik Anlaşmasının ilkelerini ilerletebilecek ve Kuzey Atlantik Bölgesinin güvenliğine katkıda bulunabilecek konumdaki herhangi bir Avrupa devletine açıktır.” Anlaşmanın 13. Maddesi ise NATO üyesi ülkelere diledikleri zaman ittifaktan ayrılma hakkını tanıyor. NATO’ya üyelik İsveç ve Finlandiya açısından önemli olduğu gibi son tartışmalarla gündeme gelen NATO üyeliğinden çıkarma-çıkarılma gibi bir süreç ise anlaşmada tanımlanmıyor.

Uluslararası medyadan takip ettiğimiz kadarıyla iki tarafsız Baltık ülkesinin NATO’ya giriş kararı almasının tarihi önemi bir yana Türkiye’nin bu konudaki çekinceleri Batı cephesinde kekremsi bir tat bırakıyor.  Anlaşılan o ki Türkiye’nin böyle bir tepki vermesine şaşıran ve bunu Cumhurbaşkanı düzeyinde dile getiren sadece Finlandiya değil, pek çok ülke ve hatta Türkiye kamuoyu bile şaşkın. Çünkü NATO’nun önemli partnerlerinden olan Türkiye bugüne kadar ittifakın genişleme süreçlerine destek vermiş, hatta bu olumlu tavrı dönemin NATO Başkomutanı Rogers’in asker sözüne güvenerek Yunanistan’ın askeri kanada geri dönüşünde bile göstermişti.

Türkiye’nin iki ülkenin üyeliklerine yönelik olumsuz tavrı İsveç’in PKK ve Suriye uzantısı YPG’ye dönük örtülü ve hatta zaman zaman açık desteği ile ilgili ve bunu da en yetkili ağızlardan dile getiriyor. Ancak ilginç olan Finlandiya’nın da bu negatif tutuma kurban gidiyor olması. Sanki NATO üyelikleri aynı anda onaylanmak zorundaymış gibi bir durum var. Rusya’nın Ukrayna’ya uyguladığı saldırı ve işgal, uzun yıllardır tarafsız olan bu iki ülkeyi NATO üyelik başvurusuna zorlamış görünüyor ancak İsveç’in coğrafi konumu Finlandiya’ya nazaran Rus tehlikesinden daha uzak. Finlandiya, Rusya ile yaklaşık 1400 km sınıra sahip. Ayrıca Finlerin Sovyetler ile savaş anıları da İsveç-Rus savaşlarına göre çok daha taze. Fakat şu ana kadar ne Türkiye’den ne de NATO’nun en büyük gücü ABD’den veya bir başka üye ülkeden Finlandiya ile İsveç’in NATO üyeliğini ayrı ayrı değerlendirme önerisi gelmiş değil.

Hal böyle olunca her iki ülkenin üyeliklerinin sadece Rusya-Ukrayna savaşının tetiklemesinin ötesinde anlamlara sahip olduğu düşünülüyor. Önümüzdeki yıllarda Arktik bölgesinin doğal kaynakları ile jeo-stratejik öneminin artacağı söyleniyor. Finlandiya ve İsveç 8 Arktik ülkesinden ikisi ve bu bölgedeki doğal kaynak rekabetinde NATO üyesi olmalarının onlara avantaj sağlayacağını söylemek yanlış değil. Elbette NATO açısından da Arktik bölgesinde iki yeni üyeye sahip olmak önemli bir avantaj olacaktır. Almanya’nın ABD ve İngiltere’ye göre Rusya’ya karşı daha yumuşak ve savaşı önleyici çözümler aradığı, ancak ABD ve İngiltere’nin savaşı kaçınılmaz kıldığı iddia ediliyor. Almanya’nın NATO üyesi Estonya’dan Ukrayna’ya gidecek olan Alman menşeili Howitzer Obüslerini engellediği sır değil. Ayrıca Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” çıkışı ve Avrupa güvenliği için bir Avrupa Ordusu kurulmasına yönelik çabaları da biliniyor. İsveç’in iki asır ve Finlandiya’nın yaklaşık 80 yıllık tarafsızlık politikasını değiştirmeye vesile olan Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi, aslında diğer taraftan NATO’yu tıpkı 90’larda Balkanlarda olduğu gibi yeniden göreve çağırıyor.

İki ülkenin ve NATO’nun istifade edeceği bu genişlemeye Türkiye’nin kendi güvenlik gerekçeleri ile sıcak bakmaması anlaşılabilir. Fakat Türkiye’nin bu tavrı nedeniyle güvenilirliğini kaybedeceği, yalnız kalacağı iddiaları çok da gerçekçi değil. Gözden kaçırılan şu ki Türkiye’nin eline böyle bir fırsat 40 yılda bir gelir. Evet, fırsat diyorum çünkü uluslararası ilişkiler veya uluslararası politika biraz da fırsatlar, krizler, tehditler, çözümler, diplomasi vs. değil mi? Eğer bugün Rusya’nın işgal girişimi NATO’yu yeniden önemli kılıyor, Avrupa ordusu tartışmalarını unutturuyor, Almanya’yı 100 milyar Avroluk savunma bütçesine zorluyor ve uzun yıllar tarafsız kalan iki ülkeyi NATO’ya başvurmaya sevk ediyor ise Türkiye’nin konumunu yeniden değerlendirmemize imkan tanımasını yadırgamamak gerekiyor. 

NATO bugün 30 üyeye sahip ve haritaya baktığımızda Rusya sınırına dayanmış durumda.  Avrupa kıtasında tarafsızlığını korumak isteyen İsviçre-Avusturya hariç NATO üyesi olmayan Bosna Hersek, Sırbistan, Kosova, dışında ülke yok. İsviçre ve Avusturya Avrupa’nın göbeğinde ve görece güvenli bölgedeler. Bosna Hersek’in üyeliğini ise Türkiye uzun zamandır destekliyor ve hatta bunun için çaba gösteriyor. Sırbistan ise NATO üyesi olmak istemiyor. Geriye henüz NATO üyesi olmamış iki ülke kalıyor, Finlandiya ve İsveç. Türkiye’nin bu durumu bir avantaj olarak kullanmaması, pazarlık konusu haline getirmemesi ve ABD ve AB ülkeleri ile ilişkilerinde bir manivela olarak değerlendirmemesi hata olurdu.

Ayrıca Türkiye’nin bu hususta yeterince haklı sebebi de bulunuyor. ABD’nin YPG’ye olan desteği sır değil, öte yandan İsveç’in de 2023 yılı bütçesinde yaklaşık 350 milyon dolar yardım ayırdığı, YPG üst düzey yöneticilerini ağırladığı biliniyor. Ancak bunların da ötesinde, Avrupa ülkelerinin ve ABD’nin; Suriye, Ermeni Sorunu, Yunanistan ile ilişkiler, Kıbrıs sorunu, FETÖ, PKK, YPG terör örgütleri gibi hususlardaki politikaları da Türkiye’nin hafızasındaki taze konular. NATO’nun tarihi-stratejik genişlemesi için oybirliğine ihtiyaç duyulurken Türkiye’nin bunları anımsamasına şaşılmamalı. Türkiye bugüne kadar NATO’nun her genişlemesine destek olan, Yunanistan ve Fransa’nın askeri kanada dönüşüne engel çıkarmayan üyesi olduğunu hatırlatarak bugün gördüğü sakıncaları da açıklıkla anlatmalı.

Unutmayalım ki Kuzey Makedonya’nın NATO üyeliği bir isim meselesi yüzünden Yunanistan tarafından yaklaşık 10 yıl bloke edildi. Makedonya ismini değiştirerek Kuzey Makedonya yaptı ve ancak böylelikle NATO üyesi olabildi. Ayrıca NATO üyeliği için ülkelere uygulanan üyelik eylem planı niçin Finlandiya ve İsveç’e uygulanmasın? Birer Avrupa Birliği üyesi olan iki ülkenin NATO ile ilişkileri ve işbirliği 1994’e kadar geri götürülüyor olsa bile anlaşma metninde bu ülkeler için üyelik eylem planı uygulanmaz şeklinde bir ifade yok. Üyelik eylem planlarının ayrı ayrı uygulanması Finlandiya’nın hızla üyeliğini getirirken bu aşamada İsveç’in de Türkiye’nin taleplerine cevap vermesi sağlanabilir. Üyelik eylem planları uygulanırken Türkiye ve varsa diğer üye ülkeler de çekince ve beklentilerini rahatlıkla masaya koyabilir. Türkiye’nin bu iki ülkenin üyeliğine koyduğu çekince İsveç’in PKK, YPG ilişkisinin çok ötesinde anlamlar barındırıyor olabileceği de ayrıca değerlendirilmeli.

20 Nisan 2022 Çarşamba

Irkçılık ve Politik Doğruculuk Arasında Göç Meselesi

 Her doksan beş kişiden birinin zorla yerinden edildiği ve BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin verilerine göre 82.4 milyon insanın evlerinden ayrılmaya zorlandığı günümüzde, bunların yaklaşık yarısının 18 yaşın altında olduğunu bilmekte fayda var. Sadece 24 Şubat 2022’den bugüne kadar Rusya’nın başlattığı savaş ve işgal girişimi nedeniyle evlerinden ayrılmak zorunda kalan Ukraynalıların sayısı 4.9 milyondur (UNCHR, 2022). Ülkelerinden ayrılıp dünyanın farklı yerlerinde yaşamını sürdürenlerin sayısı ise Uluslararası Göç Örgütü verilerine göre Aralık 2021’de yaklaşık 281 milyon (IOM, 2022). Bu rakamlar, ülke sınırlarını değiştirmiş insanları ifade ediyor. Oysa hesaba katılmayan ülkeleri içinde yerinden edilmiş kişiler ve ülkelerin bölgesel eşitsizlikleri sebebiyle büyük şehirlere, sanayi bölgelerine iş-eğitim-sağlık gibi gerekçelerle gidenleri düşündüğümüzde göç veya insan hareketliliğinin aslında her birimizin hayatının merkezinde olduğunu kavrayabiliriz.

Gönüllü veya zorunlu, düzenli veya düzensiz her ne şekilde olursa olsun bir yerden ki orası genelde her şeyi elimizin altında kolayca bulabildiğimiz ve sevdiklerimizle birlikte anılar biriktirdiğimiz ve ev dediğimiz yerden gitmek aslında hiç kolay bir karar değil. Bu karar ülke sınırlarını aşıp, farklı bir dil, farklı bir kültür ve kurallar bütünüyle yaşamayı gerektirdiğinde ise çok daha zor olurken, bir de zorunlu olarak veriliyorsa yukarıda istatistiklerden elde edilen rakamların her biri aslında özgün bir hikâye, yaşanmışlık ve insan hayatı demek oluyor.

Türkiye dışında yaşamakta olan vatandaşlarımızın sayısı Dışişleri Bakanlığı verilerine göre 6.7 milyon ve bunların 5.7 milyonu Avrupa ülkelerinde hayatını devam ettiriyor (MFA Turkey, 2022). Bugünün Türkiyesi’nden bakıldığında belki de şanslı olduklarını düşüneceğimiz Avrupa’daki vatandaşlarımızın da aslında özgün hikâyeleri var. 1990 yılında yabancı dilde en iyi film Oscar’ını kazanan Umuda Yolculuk filminde Maraşlı Alevi bir ailenin sadece kartpostallarda gördüğü İsviçre’ye uzanan hikâyesi gibi 1960’larda başlayan emek göçü ile Almanya’ya gidenlerin hikâyeleri de her ne kadar birer tercih gibi gözükse de aslında daha iyi yaşam için birer umut yolculuktu. Dolayısıyla göçün zaruri mi gönüllü mü olduğu da çok göreceli bir meseledir.

Son dönemde sosyal medya üzerinde başlayan #mültecilerevine ve #GocmenlerleYanyanayız tartışması aslında yeni ortaya çıkmadığı gibi uzun yıllar boyu Türkiye’nin gündemini belirleyecek. Bugün resmi rakamlara göre Türkiye’de 3.7 milyon civarında geçici koruma statüsünde Suriyeli (Göç İdaresi Başkanlığı, 2022), yaklaşık 322 bin uluslararası koruma başvurusu sahibi (UNHCR, 2022) ve yaklaşık 1.4 milyon ikamet iznine sahip olmak üzere toplamda yaklaşık 5.5 milyon yabancı bulunmaktadır. Bu sayıya sınırları aşarak ülkeye giriş yapan ve tespit edilmemiş düzensiz göçmenler dâhil değildir.

Göçmenler, sığınmacılar ile ilgili tartışmaların son dönemde daha çok yapılıyor olmasının birçok sebebi var. Kabaca açıklamak gerekirse yabancı sayısının artışı, kalma sürelerinin uzaması ve dolayısıyla görünürlüğün çoğalması ile birlikte ülkedeki ekonomik sorunlar, işsizlik ve hayat pahalılığı, gözlerin sığınmacı ve düzensiz göçmenlere çevrilmesine yol açtı.

Sosyal medyada yapılan paylaşımlardan gördüğüm kadarıyla iki ana akım düşünce ortaya çıkıyor; politik doğrucular ve göçmen karşıtları. Politik doğrucular insan hakları, mülteci hakları perspektifinden olaya yaklaşırken, göçmen karşıtlarının ulus-devlet paradigması temelinde olaya yaklaşarak sınır güvenliği, geri gönderme gibi konuları ön plana çıkardığı ve zaman zaman da ırkçı tepkiler verdikleri görülüyor.

Maalesef dünya saf iyiliğin hüküm sürdüğü ideal bir yer değil. Coğrafyanın da kader olduğu bir gerçek. Ukrayna’dan kaçanların yarısından fazlasının Polonya ve Romanya’da, Suriye’den kaçanların yoğun olarak Türkiye, Lübnan ve Ürdün’de olmaları tesadüf değil. Afganların da 1.4 milyonu Pakistan, 780 bini ise İran’da kayıtlı (IOM, 2022). Dolayısıyla göç akınlarından en çok komşu ülkeler etkileniyor.

Peki, sınır güvenliğini arttırmak düzensiz göç akınlarına karşı etkili bir önlem mi? Ülkemize en çok düzensiz geçisin olduğu Türkiye-İran sınırına nazaran kontrolü çok daha kolay olan ABD-Meksika sınırında geçtiğimiz Mart ayında iki yüz on bin düzensiz göçmen yakalandı. Bu sayının 2000 yılının Şubat ayından bu yana bir ayda gerçekleşen en yüksek düzensiz göçmen tutuklaması olduğu ve ancak yaklaşık yarısının sınır dışı edildiği belirtildi (Reuters, 2022).

Düzensiz göçün kontrolü ve sınır güvenliği açısından bir başka örnek ise göçü olabildiğince dışsallaştıran ve sınır güvenliğini FRONTEX gibi sadece sınır yönetimi için operasyonel bir ajansa bırakan Avrupa Birliği (AB) gösterilebilir. FRONTEX’in açıkladığı verilere göre 2022 yılının ilk iki ayında AB’nin dış sınırlarında yasadışı geçişler bir önceki yıla göre %61 artarak 27.000’e yükseldi. (FRONTEX, 2022).

Türkiye Göç İdaresi Başkanlığı verileri ise 14 Nisan 2022 itibariyle ülkeye girişi engellenen düzensiz göçmen sayısının 127.256, ülke içinde operasyonlarla yakalananların ise 52.076 olduğunu, 2022 yılı içerisinde sınır dışı edilen düzensiz göçmen sayısının da 21.087 olduğunu gösteriyor.

ABD, AB ve Türkiye’ye yönelik düzensiz göç rakamlarına baktığımızda imkân-kapasite eksikliği ve sınırların doğal koşullarının zorluğuna rağmen Türkiye’nin görece başarılı bir sınır güvenliği politikası izlediğini söylemek mümkün. Sınır güvenliğinin düzensiz göçün engellenmesinde önemli bir araç olduğunu kabul etmekle birlikte tek başına yeterli olmadığını görmemiz açısından bu karşılaştırmaların önemli olduğunu düşünüyorum.

Sınır güvenliği düzensiz göçü durduramıyorsa ki en modern önlemlerin alındığı yerlerde dahi insan akışının devam ettiğini görüyoruz, ülkeye giren düzensiz göçmenlerle ilgili nasıl politikalar izlemeliyiz? Bu noktada göçmen karşıtlığıyla ilişkili, bazen ırkçılığa kadar uzanan ve Türkiye’de yükselmekte olan “geri gönderelim ve hatta gerekiyorsa zorla gönderelim” tezlerine yer ayırmak istiyorum.

Türkiye’nin de taraf olduğu 1951 Cenevre Sözleşmesi’nin 33. Maddesi Geri Göndermeme İlkesi’ni (non-refoulement principle) şöyle tanımlar “Uluslararası insan hakları hukuku uyarınca, geri göndermeme ilkesi, hiç kimsenin işkence, zalimane, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele veya ceza ve diğer onarılamaz zararlarla karşı karşıya kalacağı bir ülkeye iade edilmemesini garanti eder. Bu ilke, göç durumundan bağımsız olarak tüm göçmenler için her zaman geçerlidir.” (UNHCR, 2022). Dolayısıyla sosyal medyada sıkça dolaşan “geri göndermeme ilkesi mülteci statüsünde olanlar için geçerlidir” ifadesi doğru değildir.

Dolayısıyla gerek geçici koruma statüsündeki Suriyeliler, gerekse düzensiz göçmenler için de geri göndermeme ilkesi bir istisna dışında geçerlidir. Geri göndermeme ilkesini tanımlayan 33. Maddenin ikinci bendinde tarif edilen bu istisnaya göre “bulunduğu ülkenin güvenliğine yönelik bir tehlike olarak kabul edilmesi için makul gerekçeler bulunan veya bir mahkemenin nihai kararıyla mahkûm edilmiş olanlar” bu ilkenin dışında tutulabilir. Sınır dışı etme veya geri gönderme ancak bu durumlarda hukuka uygun olarak değerlendirilebilir ki bu istisnanın uygulanması ile ilgili titizlikle hareket edilmesi gerektiği de ayrıca ifade edilmektedir.

Tartışmanın diğer tarafında yer alan politik doğrucuların insan hakları ve uluslararası sözleşmeler gibi uyarıları doğru olmakla birlikte sadece sığınmacılara odaklanan ve öneriler içermeyen yorumları tepki çekmektedir. Politik doğruculuğun bir başka sorunlu tarafı da önerileri dillendirmek yerine karşılaştıkları ırkçı söylemlere whataboutism (peki şunun hakkındacılık) ile karşılık veriyor olmasıdır. Irkçılığı tespit etmek ve kınamak önemli ancak sığınmacılar konusunda yapılabileceklere odaklanmak ve göç meselesini uluslararası toplumun gündeminde tutmak öncelikli olmalıdır.

Zira göç, uluslararası bir fenomendir. Dolayısıyla ne Türkiye’nin ne de başka bir ülkenin kendi kaynakları ile eşitsizlikler ve çatışmalar sonucu yollara düşen, evlerini-ülkelerini terk etmek zorunda kalan insanların dertlerine derman olması mümkündür. Bugüne kadar Suriyeli sığınmacılar dünyanın yeterince desteğini göremedi, bugün sayıları beş milyona yaklaşan Ukraynalı sığınmacılar tüm dünyaya göçün ve yerinden edilmenin kültürü, dili, dini olmadığını gösteriyor. Türkiye, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği çatısı altında uluslararası dayanışmayı ön plana çıkaracak bir konferans düzenlenmesinde öncülük yapabilir. Ayrıca dünyadaki sığınmacıların %39’u sadece beş ülkede ikamet ederken, tüm sığınmacıların %85’i gelişmekte olan ülkelerdedir.

İstatistiklerden de görüldüğü üzere 14 Aralık 1967’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen Devlete Sığınmaya İlişkin Beyanname’nin 2. madde 2. bendinde yer alan “bir devlet, sığınma hakkı tanıma ya da tanımayı sürdürme konularında güçlükle karşılaşıyorsa diğer devletler tek başlarına ya da Birleşmiş Milletler aracılığıyla uluslararası dayanışma ruhu içerisinde söz konusu devletin yükünü hafifletmek için gerekli önlemleri alacaktır” ifadesindeki dayanışma ruhu uygulanmamaktadır (Refworld, 2022). Daha güncel bir dayanışma çağrısı olan 2018 yılında BM Genel Kurulunda onaylanan Küresel Göç Mutabakatının göçü ulus ötesi yapısı nedeniyle uluslararası dayanışma gerektiren bir mesele olarak işaret ettiği de hatırlanmalıdır (Global Compact for Migration, 2018). 

Sonuç olarak ülkemizde her geçen gün daha da alevlenen bir tartışma konusu haline gelen sığınmacılar ve göç meselesi politik doğruculuk ve ırkçılığa varan göçmen karşıtlığı arasında gidip gelirken maalesef bundan en çok etkilenen yine sığınmacılardır. Türkiye’nin acilen uluslararası dayanışmayı öne çıkaracak girişimlerde bulunması, uluslararası sözleşmelere bağlı kalmak şartıyla geri gönderme, sınır dışı etme uygulamalarını titizlikle yürütmesi ve yakın gelecekte Suriye’ye dönmesi söz konusu olmayan sığınmacılara yönelik dil, kültür, eğitim ve meslek edindirme konuları başta olmak üzere kapsamlı bir entegrasyon stratejisini hayata geçirmesi gerekmektedir. Konuyu dönecekler-dönmeyecekler ikileminden çıkarıp dönüş için gerekli koşulların oluşturulması adına Suriye’de hakkaniyetli bir çözüm için diplomatik çabaları sıklaştırmak, Suriye rejimi ile geri dönüşü garanti altına alan bir uluslararası anlaşmayı zorlamak, eş zamanlı olarak da üçüncü ülkeye yerleştirme hususunda girişimlerde bulunmak ilk akla gelen uygulamalardır.

Burak YALIM

 

Kaynakça

UNHCR. (2022, 18 Nisan). Figures at Glancehttps://www.unhcr.org/figures-at-a-glance.html 

UNHCR. (2022, 18 Nisan). Ukranian Refugee Situationhttps://data2.unhcr.org/en/situations/ukraine 

The International Organization for Migration (IOM). (18 Nisan 2022). Facts and Figureshttps://www.iom.int/data-and-research  

T.C. Dışişleri Bakanlığı (MFA). (2022, 18 Nisan). Turkish Citizens Living Abroadhttps://www.mfa.gov.tr/theexpatriateturkishcitizens.en.mfa#:~:text=The%20total%20population%20of%20Turks,of%20approximately%2010%20million%2C%20emerges

Tanış, M. (2022, 12 Nisan). Umuda Yolculuk, (Reise der Hoffnung). https://www.tuicakademi.org/reise-der-hoffnung-umuda-yolculuk/

İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı. (2022, 15 Nisan). Yılbaşından Bugüne Kadar 21087 Düzensiz Göçmen Sınır Dışı Edildihttps://www.goc.gov.tr/yilbasindan-bugune-kadar-21087-duzensiz-gocmen-sinir-disi-edildi

İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı. İkamet İzinleri. https://www.goc.gov.tr/ikamet-izinleri

Reuters. (2022, 18 Nisan). US Arrest 210.000 migrants at Mexico border in March, rivaling record highshttps://www.reuters.com/world/us/us-arrests-210000-migrants-mexico-border-march-rivaling-record-highs-2022-04-16/

Frontex (2022, 18 Nisan). Illegal border crossings into EU up %61 in first two months of 2022https://frontex.europa.eu/media-centre/news/news-release/illegal-border-crossings-into-eu-up-61-in-first-two-months-of-2022-gJpxG2

UNHCR. (2022,18 Nisan). Note on non-refoulement submitted by High Commissioner.  https://www.unhcr.org/excom/scip/3ae68ccd10/note-non-refoulement-submitted-high-commissioner.html   

UNHCR, Refworld. (2022, 18 Nisan). Declaration on Territorial Asylumhttps://www.refworld.org/docid/3b00f05a2c.html   

The International Organization for Migration (IOM). (2022, 18 Nisan). Global Compact for Migrationhttps://www.iom.int/global-compact-migration 

24 Kasım 2021 Çarşamba

Political Crisis And Uncertainty Fuels Bosnia’s Youth Migration

 The United Nations Population Fund (UNFPA) recently published a research report, prepared in cooperation with IPSOS and proMENTE, exploring the attitudes of 18-29 year-olds in Bosnia and Herzegovina (BiH) between January and March 2021. The study aims to identify the main socio-economic factors that push youth emigration from BiH while considering elements such as age, educational attainment, political and civic participation, and employment status. According to the findings, respondents indicate that their decisions to emigrate from BiH are heavily influenced by social and political instability, enduring unemployment, and the absence of policies that specifically target the problems facing young people.

The report’s publication coincides with warnings from experts, politicians, and journalists from all around the world that a new conflict in BiH could be on the horizon. According to many experts, and BiH High Representative Christian Schmidt’s report to the United Nations Security Council, BiH is facing its greatest political and security crisis since signing the Dayton Peace Agreement 26 years ago.

Milorad Dodik, the Serb Member of the three-person Presidency of BiH and leader of the country’s Serb-majority entity Republika Srpska (RS), has threatened secession by withdrawing the entity from BiH’s state level bodies including the armed forces, judiciary, and tax and custom agencies. Dodik has been known for his separatist ideas since becoming prime minister of the RS in 2006, but today’s power vacuum in BiH and the wider region have created an environment that facilitates these inclinations. The EU’s failed enlargement policies and the US’s decade-long disengagement from the region have provided Russia with an opportunity to increase its influence, so much so in fact that the legitimacy of the recently appointed BiH High Representative has come under question.

Released on 17 November, the UFPA survey shows that only 10 percent of young respondents were completely satisfied with their living standards in BiH, and only 27 percent believed that the standard of living in their area was improving. More importantly, 44 percent agreed that they felt insecure due to the possibility of inter-ethnic tension while almost 25 percent neither agreed nor disagreed. One can assume that this 25 percent still believes in the possibility of inter-ethnic tension after the recent crisis. At the same time, 66 percent of young Bosnian and Herzegovinians said that they can express themselves freely, that they do not feel discriminated against, and that people treat them with respect and dignity.

It can be surmised that young people interact with one another on a more regular basis than with the older generation, and thereby they may feel the possibility of interethnic tension not from their peers, as they do not feel discriminated against, but from the older generation that holds on to the wartime traumas and memories. From this point of view, the recent and intensifying political crisis makes young people feel more insecure and neglected, paving the way for them to consider emigration as a means of escaping the perceived vicious circle of violence.

Regarding youth political and civic engagement, one key finding of the survey is young people’s low interest in either formal or semi-formal types of participation. This may be due to the fact that 70 percent of respondents saw BiH society as systemically corrupt. Yet it is unlikely that young Bosnians will change the system, as 23 percent seek to leave the country temporarily and 24 percent permanently. In fact, more than 40 percent want to leave the country by next year, while 35 percent seek to leave in one to two or more years. Worse still, this is not a new trend. According to unofficial figures, from the end of the war in 1995 to 2013, 150,000 young people left the country.

High unemployment rates compound the problem, and young people’s attitudes towards finding employment are not very encouraging. Young people in Bosnia and Herzegovina do not perceive expertise, skills, or competencies as key factors in gaining employment. Rather they consider having acquaintances and connections with people in power as the most important factors in finding a job. The findings of the UNFPA’s recent report confirm previous research and further that 23 percent of unemployed youth are not actively looking for a job, thus putting them in the at-risk category of young people who are neither in school, work, nor training.

Conclusion

The UNFPA’s timely survey stands as a stark reminder that escalations of political crisis in Bosnia and Herzegovina do not only affect day-to-day political calculations but pose a serious danger to the future of the country, especially when considering the threat of youth emigration. Political instability and the stalling of reform processes push young people to search for opportunities abroad.

Considering that the country’s youth are of the post-war generation, they have the capacity to build peace between nations in Bosnia and Herzegovina; but the cost of recurring political crises becomes higher by the day. Discussions of the recent crisis in BiH should consider the opportunities provided by youth, and the EU and US’s agendas towards peace and stability in BiH should emphasize youth programs more than ever. Young people from Bosnia and Herzegovina, like all young people, do not deserve to face the uncertainty of violence.

In order to tackle youth unemployment, international institutions such as the World Bank and International Monetary Fund should implement projects within their programs in BiH. If economic sanctions are an important tool in stopping Dodik’s secessionist agenda, economic incentives might be an important tool in tackling unemployment.

*Burak Yalım is an Istanbul-based doctoral research fellow at Kocaeli University and President of the International Relations Studies Association (TUIC). Yalım’s primary areas of interest are migration and the Balkans. He can be found on Twitter @burakyalim

3 Kasım 2021 Çarşamba

Bosna Hersek’te Neler Oluyor?

 Bosna Hersek Cumhurbaşkanlığı Konseyi Sırp Üyesi Milorad Dodik’in Bosna Hersek’in küçük entitesi Sırp Cumhuriyeti’nin (RS) kendi ordusunu kurmak istediğini ifade etmesi akıllara “Bosna Hersek’te 1992 koşullarına mı dönülüyor?” sorusunu getirdi. Bosna Hersek Anayasası ve dolayısıyla 1995’te imzalanan Dayton Barış Anlaşması’nın 4. ekine aykırı olan bu girişimi engelleyecek tek otorite Ağustos’ta göreve başlayan Yüksek Temsilci Christian Schmidt. Bosna Hersek’te Dayton Barış Anlaşmasının 10. eki ile kurulan Yüksek Temsilciliğin 1997 yılında Bonn’da gerçekleştirilen görüşmelerde yetkileri genişletilmişti. Böylelikle Yüksek Temsilci yerel aktörlerin uzlaşamadığı konularda bağlayıcı kararlar alabilecek ve Dayton Barış Anlaşmasına veya yasalara aykırı davranan yöneticilerin görevine son verebilecek yetkilere sahip olmuştu. Bonn Yetkileri olarak da anılan bu yetkilere dayanarak 2004 yılına kadar içinde bakan, milletvekili ve hâkimlerin de olduğu 139 yönetici görevden alınmış, 2004 yılında ise Sırp Cumhuriyeti’nin engellemeleri aşılarak savunma reformu ile Bosna Hersek Silahlı Kuvvetleri kurulmuştu (Banning, 2014).

Peki, bu noktaya nasıl gelindi? Bir önceki Yüksek Temsilci Valentin Inzko görevinin bitimine bir hafta kala Bonn Yetkileri’ni kullanarak Bosna Hersek ceza kanununda değişiklik yapılmasına dair kanun çıkardı. Kanun; soykırım suçunu veya insanlığa karşı suçları önemsizleştiren veya haklı göstermeye çalışan kişilere 6 aydan 5 yıla kadar hapis cezası öngörürken soykırım veya insanlığa karşı suçlardan hüküm giymiş kişileri yüceltecek anma, isimlerini kamuya açık sokak vb. yerlere verme gibi eylemlere 3 yıldan az olmamak üzere hapis cezasını içeriyor (HR’s Decision on Enacting the Law, 2021). Beklenileceği üzere Yüksek Temsilcinin çıkardığı bu kanun, soykırımın ve suçluların övülmesi ile adlarına anma ve törenler düzenlenmesiyle ilgili çok kabarık olan Dodik tarafından büyük bir tepkiyle karşılandı. Örneğin Dodik 2016 yılında başkent Sarajevo’nun yakınında savaş döneminde Bosnalı Sırpların üssü konumunda olan Pale şehrinde soykırım suçlusu Radovan Karadzic adına bir öğrenci yurdu açılışı yapmış ve açılışta Radovan Karadzic’in Sırp Cumhuriyeti’nin kurucusu olduğunu, Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (ICTY) sadece bir tarafı yargıladığını ifade etmişti (The Guardian, 2016). Daha önce de devlet kurumlarını boykot etme tecrübesi olan Milorad Dodik, Yüksek Temsilciliğin soykırım kanunu çıkarmasına tepki olarak yine devleti boykot etme çağrısında bulundu ve gerçekleştirdiği basın toplantısında Sırp Cumhuriyeti parlamentosunun birkaç gün içinde ordu, Yüksek Yargı ve Savcılık Kurulu, HSYK, mali sistem ve diğer kurumlardaki reformlara ilişkin onayı geri çekmeye karar vereceğini söyledi. Dodik ayrıca herhangi bir Yüksek Temsilci tarafından empoze edilen  Bosna Hersek yasalarını geçersiz ve uygulanamaz kılacak yasalar çıkaracaklarını, Sırp Cumhuriyeti topraklarındaki düzenlemeleri içeren 140 kanunu değiştireceklerini çünkü bu kanunlarla yetkilerin Sırp Cumhuriyeti’nden alındığını ifade etti. Bir adım daha ileri giden Dodik ortak ordu için verdikleri rızayı geri çekeceklerini ve birkaç ay içerisinde Sırp Cumhuriyeti Ordusu’nun kurulabileceğini belirtti (Radio Free Europe, 2021).

Peki, Sırp Cumhuriyeti (RS) meclisinin böyle bir yetkisi ve otoritesi var mı? Bosna Hersek Anayasasına göre ki bu Dayton Barış Anlaşmasının 4. ekidir, entiteler yapacakları yasalarda devlet düzeyindeki Anayasaya uyumlu olmak zorundadır. RS Meclisi 1999 yılında Bosna Hersek Devlet meclisinde onaylanan 5 yasanın uygulanma şeklini RS toprakları için değiştirdiğinde dönemin Yüksek Temsilcisi Wolfgang Petritsch bunun hükümsüz olduğuna ve ne RS Meclisinin ne de FBİH Meclisinin, yani entitelerin, Bosna Hersek Bakanlar Kurulu tarafından alınan kararları reddetme veya değiştirme gibi yetkisi olmadığına hükmetmişti. Dodik’in gerek ordu ve güvenlik güçleri kurmakla ilgili, gerekse Bosna Hersek Anayasa Mahkemesini tanımamakla ilgili girişimleri hukuken geçersizdir çünkü her iki yasa da Bosna Hersek Devlet Meclisi tarafından yürürlüğe konulmuştur (Kuloglija vd., 2021).

Dodik ayrılıkçı söylemleri, soykırımı inkar eden ve suçluları öven açıklamaları yıllardır dile getiriyordu ancak Sırp Cumhuriyeti Ordusu kurma girişiminden bahsetmesi kırmızı alarm oluşturdu. Sırp Cumhuriyeti Ordusu 1992-1995 yılları arasında Bosna Hersek’te yüz binden fazla ölüme, Srebrenitsa’da soykırıma ve sayısız savaş suçuna imza atmıştı ve 2007 yılında Uluslararası Adalet Divanı tarafından soykırım suçunun işlenmesinden sorumlu bulunmuştu. Dodik’in uluslararası toplumun tepkilerini hiçe sayan; NATO Bosna Hersek’e müdahale ederse biz de dostlarımızdan yardım isteriz, AB içerisinde Sırp Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını destekleyen 7 üye var söylemleri de endişeleri arttırdı (Trkanjec, 2021; Öztürk, 2021).

ABD, AB başta olmak üzere uluslararası toplum; Bosna Hersek’in toprak bütünlüğüne olan vurguyu, barışın korunmasına olan ihtiyacı ve Milorad Dodik’in ayrılıkçı ve tehditkâr çıkışlarına yönelik eleştirileri yıllardır vurgulamakta. Hatta Milorad Dodik ABD’nin yaptırım uyguladığı liderler arasında, 1 Ocak 2017’den beri ABD Hazine Bakanlığı Yabancı Varlıklar Ofisi (OFAC) Milorad Dodik’i sözde kara listesinde bulunduruyor. Ancak ABD’nin Batı Balkanlar Temsilcisi Gabriel Escobar ile Ekim ayının başında görüşme gerçekleştiren Dodik görüşme sonrasında gerçekleştirdiği basın toplantısında ABD Temsilcisine net bir şekilde “Beni yaptırımlarla tehdit edemezsiniz, ben çoktan onların üstesinden geldim.” ifadelerini ilettiğini söyledi (Trkanjec, 2021). Dodik’in AB içerisinde Sırp Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını destekleyen 7 üye var çıkışı sonrasında AB Sözcüsü Peter Stano yaptığı basın toplantısında Bosna Hersek’in bütünlüğü ve egemenliğinin sorgulanmasının birlik açısından kabul edilmez olduğunu ifade ederken, AB’nin 27 üyesinin duruşunun çok açık olduğunu ve Bosna Hersek’in toprak bütünlüğüne bağlı olduklarını söyledi. Ağustos ayında göreve başlayan Yüksek Temsilci Christian Schmidt’in Birlemiş Milletler’e gönderdiği ilk rapora ulaşan Kurumsal Sosyal Medya Yönetimi The Guardian’ın haberine göre Schmidt, BM’yi Bosna Hersek’in “savaş sonrası dönemin en büyük varoluşsal tehdidi” ile karşı karşıya olduğu konusunda uyardı. Schmidt ayrıca eğer Sırp ayrılıkçılar kendi ordularını kurmayla ilgili tehdidi gerçekleştirir ve Bosna Hersek ordusunu ikiye bölerlerse yeni bir savaşa doğru gidişi durdurmak için daha fazla uluslararası barış koruma gücünün Bosna Hersek’e gönderilmesi gerektiğini söyledi (Borger, 2021).

Bosna Hersek’te uluslararası barışı koruma görevi, hâlihazırda ülkede bulunan ve 700 kişiden oluşan AB’nin EUFOR birlikleri. Bunun yanı sıra NATO’nun Sarajevo’da bir karargâhı bulunuyor. Ancak her ikisinin de 1 yıllık görev süreleri önümüzdeki günlerde BM Güvenlik Konseyinde yenilenecek ve Rusya’nın kararları bloke etme ihtimali mevcut. Yüksek Temsilci Christian Schmidt’in göreve gelişini illegal olarak niteleyen Rusya, Barış Uygulama Konseyi’nin seçtiği kişilerin BM Güvenlik Konseyi’nin onayı olması gerektiğini ve bu onayı olmayan bir Yüksek Temsilcinin uluslararası yasal meşruiyeti olmayacağını dolayısıyla Dayton Barış Anlaşmasına göre de Yüksek Temsilci sayılamayacağını ifade etmişti. EUFOR’un görev süresinin uzatılması 3 Kasım’da oylanacak ve Rusya bu oylama öncesi Yüksek Temsilci Christian Schmidt’in altı ayda bir yapılan Güvenlik Konseyi bilgilendirmelerini gerçekleştirmemesini ve oylanacak metinde Yüksek Temsilciye tek bir atıf bile yapılmamasını istedi. Bunun üzerine Fransa Yüksek Temsilciye atıf yapmaktan kaçınan yeni bir kısa metin hazırladı. (Security Council Report, 2021).

Rusya ve Çin’in Bosna Hersek’te artık Yüksek Temsilciliğe ihtiyaç olmadığı yönündeki politikası başta ABD ve AB olmak üzere batılı ülkelerce benimsenmiyor ve bu durum Bosna Hersek’teki krizi daha da derinleştiriyor (“Russia threatens”, 2021). Bosna Hersek’te barışı ve istikrarı korumak Dayton Barış Anlaşmasının şartlarının sürdürülebilirliği ile mümkün görünürken anlaşmanın Bosna Hersek’li politikacıların anlaşamadığı konularda tek yetkili olarak tanıdığı Yüksek Temsilcilik makamının tartışma konusu olması ve Rusya’nın talebiyle EUFOR’un görevini uzatacak metinden çıkarılması endişe vericidir. Ayrılıkçı, soykırımı inkâr eden Milorad Dodik’in Bosna Hersek Anayasası ve Dayton Barış Anlaşmasını ihlal eden girişimlerine rağmen görevine devam edebiliyor olması, Sırp Cumhuriyeti Ordusu kurma girişimine cesaret vermektedir.  Dayton Barış Anlaşmasının Bosna Hersek içindeki ihtilaflarda son sözü söyleyecek makam olarak belirlediği Yüksek Temsilciliğin de Rusya ve Çin’in girişimleri ile pasifize edilebilme ihtimali Bosna Hersek’te barış ve istikrarın tehlikede olduğunu gösteriyor. Bosna Hersek’te ihtiyaç olan Washington, Brüksel ve Londra’dan gelen açıklamalardan ziyade Bosna Hersek’in bütünlüğünün ve barışının kesin olarak sağlanmasına yönelik caydırıcı önlemler olmalıdır. Ülkedeki ayrılıkçı Sırpların Belgrad, Moskova, Hırvatların ise Zagreb ve Berlin’den güç aldığı ve destek gördüğü açık olarak ortadayken, savaş ve soykırımın en büyük mağduru olan Boşnakların endişeleri haklı olmakla birlikte yine dün olduğu gibi bugün de birlikte yaşama, barış ve istikrar konusunda en ısrarcı olanlar Boşnaklardır. Milorad Dodik’in Soykırımı gerçekleştiren orduyu yeniden kurma girişimi gibi Dragan Covic’in liderlik ettiği HDZ-BİH’in de gerek üçüncü entite gerekse Dodik’in ayrılıkçı fantazileri hakkındaki politikaları dikkatle takip edilmeli, uluslararası kurumlar ve kamuoyu sadece Sırp ayrılıkçılara değil Dayton Barış Anlaşmasına aykırı 3. Entite tartışmalarını gündeme getiren ayrılıkçı Hırvatlara da odaklanmalıdır. 

Burak YALIM

 

Kaynakça

Banning T., (2014). The ‘Bonn Powers’ of the high representative in Bosnia Herzegovina: tracing a legal figment. Gottingen Journal of International Law, (2), 259-302. 10.3249/1868-1581-6-2-banning

Borger, J. (2021, 3 Kasım). Bosnia is in danger of breaking up, warns top international official. The Guardianhttps://www.theguardian.com/world/2021/nov/02/bosnia-is-in-danger-of-breaking-up-warns-eus-top-official-in-the-state

Daily Sabah (2021, 3 Kasım). Russia threatens veto in UNSC row over Bosnia envoy. https://www.dailysabah.com/world/europe/russia-threatens-veto-in-unsc-row-over-bosnia-envoy

Kuloglija N., Dizdarevic E., Grebo L., Begic J. (2021, 15 Ekim). Fact-Check: The Questionable Claims of Bosnia’s Dodik. Balkan Insighthttps://balkaninsight.com/2021/10/15/birn-fact-check-the-questionable-claims-of-bosnias-dodik/

Office of the High Represantative (2021). HR’s Decision on Enacting the Law, http://www.ohr.int/hrs-decision-on-enacting-the-law-on-amendment-to-the-criminal-code-of-bosnia-and-herzegovina/

Öztürk, M. T. (2021, 14 Ekim). Several EU members back Bosnia’s dissolution: Serb leader. Anatolia Agencyhttps://www.aa.com.tr/en/europe/several-eu-members-back-bosnias-dissolution-serb-leader/2392489

Radio Free Europe (2021, 9 Ekim). Bosnian Serb Leader Dodik Says Entity Will Withdraw From Joint Military Judiciary. https://www.rferl.org/a/bosnia-serb-dodik-military/31500605.html

Security Concil Report (2021, 2 Kasım). Bosnia and Herzegovina: Debate and EUFOR ALTHEA Reauthorisation. https://www.securitycouncilreport.org/whatsinblue/2021/11/bosnia-and-herzegovina-debate-and-eufor-althea-reauthorisation-2.php

The Guardian (2016, 21 Mart). Student dorm named after war crimes suspect Radovan Karadzic. https://www.theguardian.com/world/2016/mar/21/student-dorm-named-after-war-crimes-suspect-radovan-karadzic

 Trkanjec, Z. (2021, 4 Ekim). Dodik to US envoy Escobar: F**k the sanctions!. Euractivhttps://www.euractiv.com/section/politics/short_news/dodik-to-us-envoy-escobar-fk-the-sanctions/

Trkanjec, Z. (2021, 15 Ekim). Dodik: EU Commission will not sanction Republika Srpska. Euractivhttps://www.euractiv.com/section/politics/short_news/dodik-eu-commission-will-not-sanction-republika-srpska/