7 Eylül 2009 Pazartesi

Açılımdaki Aktör ve Figuran

Açılalım mı veyahut açılmayalım mı? Muhakkak açılmak lazım diye düşünüyorum. Üzerinde yaşadığımız topraklar bizlere yıllarca jeopolitik önemine vurgu yapılarak köprü diye anlatıldı. Asya kıtası ile Avrupa kıtasını birbirine bağlayan etrafı denizlerle çevrili bir yer, evet orası bir köprü. Bu köprüde yeni bir ülke kurduğumuz günler bundan 90 yıl kadar öncesine tekabül ediyor. O zamanlar sanırım köprünün üzerinde yaşamak durumunda olan insan sayısı 13.5 milyon kişiydi. Tutturamamışsak eğer şöyle diyebiliriz, 10-15 milyon arasında bir rakam. Bugün ise bu köprü aynı köprü ise ki değişmediğinde hepimiz hem fikiriz. Üzerinde herhalde 70-80 milyon insan yaşamakta. Üst seviyeden oranlama yapacak olursak eğer yaklaşık 6 kat kadar bir artış var. Peki yüzölçüm değişti mi? Hayır. Aynı köprünün üzerinde 6 kat fazla insan durumunda mutabıkız. Peki bu köprü bu kadar insana artık dar geliyor desem çok mu saçmalamış olacağım? Birilerinin her nüfusu artan ülke yüzölçümünü de mi arttırmalı kabilinden sorularını duyuyorum. Zaten ben de size bu köprü bize artık küçük geliyor ve haydi ya allah fethe çıkalım demiyorum. Ama sanırım bu köprünün üzerindeki uygulamaların bize hakikatten dar geldiğini artık anlıyor gibiyiz.
Dünya, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bugüne bir sıcak ve bir soğuk savaş dönemi atlattı. Sıcak savaşta tarafsız kalıp en son batı dünyasına entegre olabilmek için taraf olmuştuk. Bilirsiniz II. Dünya Savaşı bitmek üzereyken Türkiye mağlup ülkelere karşı savaş ilan eder ve batı dünyasının uluslararası örgütlerine dahil oluşumuz böylece başlar. İşte BM'ydi, NATO'ydu, IMF'di, Dünya Bankası'ydı falan... Sonra soğuk savaş dediğimiz süreç içine girilir ve SSCB ile ABD'nin silah gücüne dayalı tehditleri, 3. dünya üzerindeki güç gösterileri dönemidir bu. Türkiye bu dönemde içine girdiği batı dünyasının ileri karakolu vazifesini uygulamaktadır. İçeride yaşanan krizler, ihtilaflar falan hep bu dönemde yaşanmış veya bu dönemi aşmışsa da tohumları bu dönem içinde ekilmiştir. Nitekim Berlin duvarı yıkılır, SSCB çözülür ve bu adına Soğuk denen savaş dönemi de sona erer. Artık dünya çift kutuplu olmaktan tek kutuplu bir döneme adım atmıştır. İşte bizim saatlerin takılı kaldığı süreç böylelikle başlar. Türkiye soğuk savaşın bitişini okuyamaz mı okutulmaz mı muammadır ama soğuk savaşın sona erişi ile başlayan süreç Türkiye'nin koalisyon hükümetleri dönemidir. Dikkat ediyorum da koalisyonların bittiği ve AKP iktidarı ile başlayan süreç ile Türkiye adeta soğuk savaşa takılı kalan durumunu revize etmeye başlamıştır.
İlk paragraf ile ikinci paragraf arasındaki bağlantıyı kurabilmek herhalde çok zor olmasa gerek. Türkiye yani “köprü”, uygulamalarının yetersiz kaldığı bir süreçten daha büyük roller edineceği yeni bir sürece geçmektedir. Maalesef bu çok basit yaşanacak bir süreç değildir. İşte tam da bu nedenle Ergenekon, Kürt Açılımı, Ermeni Açılımı, Anayasa Değişikliği ve yıllardır bir adım ileri gitmeyen Avrupa Birliği'ne üyelik sürecinin hızlanması bu döneme denkgelmiştir ve eğer eski usül terkedilecekse bu açılmalar ve ilerlemeler gereklidir. Bugün sürecin dışında kalanlar önemli bir tarihi dönemin izleyicileri, sürecin içinde öyle veya böyle içinde yer alanlar ise aktör veyahut figuran rollerindedir. Türkiye sinema ve tiyatrosu öyle çok aktör yetiştirmediğine ve dünyanın en ünlü ve başarılı aktörleri Holywood'dan çıktığına göre... Sanıyorum bu tarihi sürecin aktörlerinin kimler olduğu/olacağı gayet net ortadadır. Figuranlık da elbette herkese nasip olacak bir şey değildir. Nitekim bugün hepimizin de gördüğü gibi birileri figuran olmayı ellerinin tersi ile itmektedir. Ama her boşluk bir şekilde doldurulmaya mahkumsa elbette birileri de bu figuranlık rolünü üstlenmek için hazır kıta bekliyorlardır.

08/09/09 Burak YALIM

4 yorum:

  1. Türkiye Cumhuriyeti'nin genç jenerasyonu aktör olmasını bilen değişen ve değişirkende kendisini geliştirebilen bir sistematiği kurmayı elbette başaracaktır. Bu değişim ve gelişimin aktörinin nasıl ön plana çıkacakları ve hangi şüreçlere etkide bulunacakları ise önümüzdeki dönemin bize göstereceği sorunlar olacaktır.

    Unutmamamız gereken şey değişimi doğru kullanmak olacaktır. Çünkü değişim önüne geçilemeyecek bir olgudur. Yaşanan değişimi Gelişim haline getirmek ise asıl önem verilmesi gereken durumdur.

    Saygılarımla...
    Ramazan Karaçoban

    YanıtlaSil
  2. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  3. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  4. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil