16 Haziran 2010 Çarşamba

Eksen Kayması mı İktidar Kavgası mı?



Türkiye’nin Ürdün-Lübnan-Suriye ile serbest ticaret ve serbest vize uygulamasını öngören protokolün imzalanması ile birlikte alevlenen eksen kayması tartışmaları ile birlikte “Avrupa Birliği yerine Arap/Ortadoğu Birliği mi?” sorusu sorulmaya başlandı. Türk Dış Politikası’nda eksen kaymasına ilişkin tartışmalar daha öncede hararetle yapılmış ve bu konuda Dışişleri Bakanlığı’ndan tutunda Cumhurbaşkanı’na kadar yetkili tüm ağızlardan “eksen kayması” yaklaşımını doğru bulmayan ve böyle bir meselenin olmadığını belirten yorumlar yapılmıştı .

Eksen kayması tartışmalarının yapılmasının akademik üslubu geliştirmek ve yaşanan gelişmeleri tekraren analiz ederek anlaşılır kılınmasını sağlamak açısından yararlı olduğu kanaatindeyim. Türk Dış Politikası yapım süreci ve uygulama aşaması, farklı bakış açılarına sahip uzman ve akademisyenler tarafından mutlaka sorgulanmalı ve olumlu/olumsuz eleştirilerle desteklenmelidir. Ancak Türkiye’de yaşanan tartışmalara bakıldığında meselenin üzüm yemekten ziyade bağcı dövmek anlayışı etrafında geliştiği görülmektedir. Türkiye’nin Ortadoğu ile ilgili yaptığı her yeni hamlede “Arap Birliği” başlığı altında uzayıp giden tartışmalardan, “Türkiye’nin Filistin’de ne işi var?” gibi sorulara kadar artan eleştiriler gerçeği yansıtmamakla birlikte “eksen kayması” kavramı etrafında akıllara başka bir soruyu getirmektedir. Acaba “eksen kayması” var diyerek Türk Dış Politikası üzerinden iktidar partisine karşı farklı bir cephe açmak isteyenler mi var ve bu kişilerin “eksenleri” ile iktidar partisinin “ekseni” mi farklı? Şüphesiz iktidar partisine karşı cephe açanların eksenleri ile iktidar partisinin ekseni bir değildir ancak biraz içeriye dönerek meseleye somut örneklerle baktığımız zaman ortada kocaman bir çelişki olduğunu görebiliriz.

Türkiye’nin temel dış politika karakteristiği “batıcılık ve statükoculuk” üzere kurulmuştur. Batıcılık hedefi noktasında Türkiye ikinci dünya savaşının sonunda batılı örgütlere (NATO, IMF) üye olmuş ve akabinde Avrupa Birliği serüvenine başlamıştır . Bugün bakıldığında Avrupa Birliği ile ilişkilerde en yüksek ivmeyi yakalayan AK parti iktidarı olmuştur. Avrupa Birliği üyeliği konusunda müzakere tarihi alan ve bugün müzakereleri inişli çıkışlı yürüten AK Partidir. Bugün AK Parti’yi Türkiye’nin eksenini doğuya kaydırmakla eleştiren ve hatta suçlayan çevrelerin Türkiye’nin çağdaşlaşma ve modernleşme konusunda en hassas çevreleri olduğu gerçeği karşımızda dururken bu çevrelerin AK Parti’nin Avrupa Birliği üyeliği sürecinde attığı adımları görmemesi ilginçtir. Aynı şekilde AK Parti’ye bugün “oynak dış politika”, “omurgasız dış politika” söylemleri üzerinden cephe açan çevrelerin Atatürkçülük ve laiklik konusundaki hassasiyetleri hepimizin malumudur . Peki, bu çevreler cumhuriyetin kuruş yıllarında ve akabinde Mustafa Kemal Atatürk tarafından gerçekleştirilen Balkan Antantı (1934) ve Sadabat Paktı (1937) için ne düşünmektedirler? Bilindiği gibi Balkan Antantı; Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya, Romanya arasında, Sadabat Paktı ise yine Türkiye, Irak, İran ve Afganistan arasında imzalanmış antlaşmalardır. Bu durumda Atatürk dönemi dış politika anlayışımızda “oynak ve omurgasız” bir zemine mi oturmaktadır? Meselenin bir başka boyutu ise bugün iktidar partisini dış politikada eksen kayması üzerinden eleştirenlerle daha dün Türkiye’nin yönü “Çin-Rusya-İran” eksenli bir Avrasyacılık olmalıdır diyenlerin kurumsal ilişkileridir. Türkiye’ye Avrasyacı bir politika önerenlerin kısa bir zaman öncesinde NATO ve ABD ittifakına olan bağlılıkları da bir başka çelişki oluşturmaktadır. Bu önermelerden çıkan sonuç ise “biz yaparsak iyidir onlar yaparsa olmaz” anlayışından başka bir şeyi yansıtmamaktadır. Peki, bugün Türk Dış Politikası’nda yaşanan gelişmeler nelerdir?

Türk Dış Politikası içinde bulunduğumuz yaz sıcağından daha sıcak gelişmelerin içerisinde bulunmaktadır. Brezilya ile Türkiye’nin diplomasi zaferi olarak tüm dünya medyasına yansıyan İran’la gerçekleştirilen protokol, İsrail’in Mavi Marmara filosuna saldırısı, Türk - Arap forumu, Asya’da İşbirliği ve Güven Arttırıcı Önlemler Konferansı (AİGK/CICA), İran’a yeni yaptırımlar öngören BM Güvenlik Konseyi Kararı ve Kırgızistan’da yaşanan etnik çatışmalar… Tüm bu gelişmeler bir ay kadar kısa bir zaman içerisinde yaşanan ve Türk Dış Politikası’nın doğrudan ilgilendiği meseleler. Bunların dışında kurumsallaştırılmaya çalışılan Afrika ülkeleri ile ilişkiler, Latin Amerika açılımı ve elbette devlet politikası halinde süregelen Avrupa Birliği ile ilişkiler… Kuş bakışı bakıldığında Türk Dış Politikası’nın dünya üzerinde ilgilenmediği noktalar kalmıyor gibi bir durumu görebilirsiniz. Bunu daha da somutlaştıracak bir veri olarak dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu’nun son bir yılda gerçekleştirdiği ziyaretlerin istatistiklerine bakmakta yarar var. Sayın Bakan, 83 kez yurtdışına çıkmış, 100 ülke ziyaret etmiş. Yurtdışında bir yıl içinde ikili görüşme sayısı 520, Türkiye’de kabul edip görüştüğü heyet sayısı 443. Geçen

hafta beş gün içinde 60 saati aşkın süre havada kalmış. Seyahatlerinin 46’sı Avrupa’ya gerçekleşmiş. Bu 46’ının 18’i Balkanlar. İran dahil Ortadoğu seyahatlerinin sayısı 27. ABD’ye sekiz, Latin Amerika’ya iki seyahati var. Kafkasya’ya beş kez gitmiş, Rusya ve Ukrayna’yı da dahil ederek Asya seyahatleri dokuz. Üç de KKTC seyahati . Tüm bu istatistiklerden çıkan netice Türkiye’nin ekseninin herhangi bir yere kaymadığını açıkça göstermektedir. Dış Politika yapımında ve uygulamasında en önemli ve birincil kurum dışişleri bakanlığı ve dışişleri bakanı olduğu gerçeğini bir kenara koyduğumuzda, sayın bakanın dünyanın hemen her yerine gerçekleştirdiği ziyaretler ile “eksenimiz Ankara ekseni, ufkumuz 360 derece” söylemi tutarlılık göstermektedir.

Sonuç olarak Türkiye’nin dış politikası nereye gidiyor, eksen mi kayıyor gibi soruların çok da yerinde veya iyi bir arka plana sahip olduğu söylenemez. Türk dış politikası parametreleri mutlaka değişmiştir ve bunun en önemli nedeni iktidarda AK Parti’nin olması değil, küresel sistemde yaşanan değişim ve gelişmelerdir. Ortadoğu coğrafyasında bir güç boşluğu olmadığı sürece Türkiye’nin orada rol alması, daha etkin olması beklenemezdi ki bu süreç soğuk savaşın bitişi ile başlamış ve ABD’nin Irak bataklığına saplanması ile belirgin bir hale gelmiştir. Bugün Ortadoğu’da mevcut sorunların çözümü için küresel liderliğini tartışmalı hale getirmek istemeyen ABD’nin en önemli müttefiki Türkiye olabilir. Çünkü Türkiye Ortadoğu bölgesine gerek tarihsel gerekse kültürel anlamda en yakın ve bu yakınlığına rağmen batılı demokrasilere entegre olabilmiş, laik ve Avrupa Birliği sürecinde insan hakları ve özgürlükleri konusunda nispeten gelişmiş bir ülke olarak hem batıyı anlayabilen hem de doğuya örnek olabilen bir ülke konumundadır. Doğulu ve batılı özelliklerini kullanarak bölgeyi çatışmalardan ziyade bir barış havzasına dönüştürebilecek tek aktör Türkiye’dir ve bu özellikleri oranında Ortadoğu coğrafyasında etkinliği artmaktadır. Benzer şekilde Türkiye Kafkaslarda ve Balkanlarda da roller üstlenmektedir. Dolayısıyla Türkiye yeni dünya sistemi üzerinde daha aktif ve büyük bir rol üstlenmektedir. Bu rolün adını eksen kayması olarak niteleyenler ise henüz soğuk savaş algısının hakim olduğu ve maalesef içerideki iktidar mücadelesine dış politikayı da dahil eden çevrelerdir.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder