20 Ekim 2011 Perşembe

Hakkari Saldırısı: PKK’nın Yıkılmadım Feryadı


Hakkari’de gerçekleştirilen PKK saldırısının üzerinden biraz zaman geçmesini beklemek ve belki de sıcağı sıcağına yorum yapmamak gerekebilir ama sağduyunun esas lazım olduğu anın olayın patlak verdiği zaman olduğuna inanmak mecburiyetindeyiz. Saldırının bu kadar yoğun tepkilere neden olmasında rakamların etkisinin yadsınamaz bir gerçek olduğu ortada. Yazının yazıldığı esnada Başbakan Erdoğan’ın da açıklamasında belirttiği üzere bildiğimiz kayıp sayımız 24 ve yaralılar 18. Terör örgütünün propagandasını yapan yayın organları ise sayıları çok daha yüksek veriyorlar. An itibariyle toplumun sosyal medya üzerinden verdiği tepkilere baktığımızda ise maalesef saldırı amacına ulaşıyor diyebiliriz. Hükümeti istifa etmeye çağırmaktan tutun Terör örgütünün eski lideri Abdullah Öcalan’ın idamının gündeme getirilmesine kadar derin bir infial halinin hakim olduğunu görüyoruz. Bununla birlikte siyaset kurumunun da çok sağduyulu bir tutum içinde olduğunu söyleyemeyiz. Ana muhalefet lideri hükümeti istifaya çağırırken, Kandil’e bayrak dikilmesinden olağanüstü halin yeniden ilan edilmesi gerektiğine dair yaklaşımlar var. 

PKK’nın bugünün gerçeği olmadığının altını çizerek meseleyi ele almamız gerekiyor. Yaklaşık 30 yıldır Türkiye’nin gündemini meşgul eden, canını yakan, canlarını alan ve milyar dolarlarına mal olan bir maliyetten bahsediyoruz. Hal böyle olunca terör örgütünün sadece Türkiye eksenli ele alınması da pek mümkün değil. PKK’nın ortaya çıkış nedenleri ile bugün geldiği nokta arasındaki derin uçurumu da görmezsek doğru tespitler yapmamız zor. Zira PKK ilk ortaya çıktığında Kürt halkının haklarından dem vuruyordu fakat bugün geldiğimiz noktada PKK’nın uluslararası mahiyette bir suç şebekesi olduğunu söylememiz gerekiyor. İnsan kaçakçılığından uyuşturucuya kadar PKK’nın faaliyetlerini ve kadın bebek yaşlı genç demeden yaptığı katliamları göz önüne aldığımızda PKK ile Kürt halkının hakları arasında bir paralellik kurmak zor oluyor. Bu yüzden PKK’nın gerçekleştirdiği saldırıları Kürt halkı ve Kürt halkının hakları ile özdeşleştirmek büyük bir yanılsama oluyor. İşin diğer bir boyutu ise PKK’nın yapmış olduğu “terör” adını verdiğimiz faaliyetlerin bir “meslek” haline getirilmiş olmasıdır. Çünkü PKK’nın teröründen nemalanan, para kazanan, hayatını idame ettiren ve sırf bu terör belasından varlık sebebi oluşturan insanlar/kurumlar var. Murat Karayılan’dan Fehman Hüseyin’e kadar daha birçok üst düzey örgüt yöneticisinin sorunun olası çözümü dahlinde hükmedecekleri, iktidarlarını üzerinde hissettirecekleri bir alan kalmayacak. Zaten bu kadronun sorunun siyasi çözümünde talep ettikleri şeyin eşit, demokratik, adaletli ve onurlu bir birliktelik olmadığını görmemek için kör olmak gerekiyor. Hal böyle olunca örgüt düşük yoğunluklu çatışmaların sürdüğü, kendi hayal dünyalarındaki bir hedef uğruna insanları kolayca kandırabildikleri ve kendi gücü olarak kullanabilecekleri ortamın devamlılığını istiyor. Örgütün varlığını sona erdirecek olan Kürt Açılımından hoşlanmaması, TRT Şeş’e karşı durması ve diğer bir sürü tepkisi bu noktada anlam kazanıyor. Örgüt varlığını sürdürürken kendini yaslayacağı zeminler oluşturmak zorunda. Tam bu noktada örgütün uluslararası desteği ve konumu devreye giriyor. Bugün Suriyeli Kürtlerin Esad yönetimi altında bırakın eşit vatandaşlığı kimliğe bile sahip olmamaları örgüt için bir başka yaşam alanı oluşturuyor. Bu örneği Irak ve İran Kürtleri ile çeşitli boyutlarda genişletebilirsiniz. Avrupa’dan da insan hakları ve özgürlük söylemi çerçevesinde destek ve yataklık bulan örgüt Türkiye’nin bölgesel bir güç haline gelmesini veya güçlü adımlar atmasını istemeyen ne kadar güç ve ülke varsa bunların kucağına oturmaktan çekinmiyor. 

Örgütün hali pür mealini ortaya koyduktan sonra gelelim yaşanan son saldırının şifrelerine. PKK’nın 6-7 ayrı yere ağır silahlar ile saldırıp saatlerce çatıştığı bilgisine sahibiz. 200 kişi ile anılan kalabalık bir grup ile bu saldırıları gerçekleştirdiği bilgisi de elimizde mevcut. PKK’nın basit ve sıradan bir terör örgütü olmadığı gerçeği yukarıda verdiğimiz bilgilerle anlaşılıyor olmalı. 200 kişilik bir grubun ağır silahlar ile 6-7 ayrı noktaya küçük gruplara ayrılarak saldırması için ciddi bir desteğe ihtiyacı olduğunu kabul etmeliyiz. İkincisi ise PKK’nın neden bu kadar büyük çapta bir eyleme giriştiği sorusuna cevap vermemiz gerekiyor. PKK’nın ağır kayıplar verdirmek yolu ile güçlendiği düşüncesine sahip olanlar yanılıyor. Güvenlik güçlerine verdirilen ağır kayıplar değil, bu kayıpların toplum ve güvenlik güçleri içerisinde yaratacağı infialin sonuçları örgütü güçlendirir. Şöyle düşünmek gerekiyor. Yukarıda da bahsetmiştik ki kayıpların sayısı ile toplumda oluşan etkinin büyüklüğü arasında doğru bir orantı var ve bunu elbette örgütte hesap edebiliyor. Sırf bu yüzden bu kadar organize bir şekilde büyük kayıplar verdirmek için hem de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün daha birkaç gün önce ziyaret ettiği yere saldırıyor. Cumhurbaşkanı’nın millet ve askeri ile kucaklaşmak için geldiği yerden devlet ile millet ve asker arasında yarık oluşturmaya çalışıyor örgüt. Toplumun sokaklara dökülmesini ve en basit yaklaşımla Kürtleri hedef almasını bekliyor. Askerin ise kendi içerisinde dengesizlikler yaratmak ve hatta polis ile askerin ruh halini çökertmek istiyor. Basit düşünmek lazım, arkadaşını kaybeden askerin yakalayıp öldüreceği terörist üzerinde uygulayacağı işkencenin resmini düşünelim. Ölü beden üzerinde nelerin yapıldığını biliyoruz. Bu işkencenin ve ölü bedene yapılan muamelenin bölge halkı üzerinde örgütçe nasıl kullanıldığını düşünelim. Her yeni kaybın sorunu nasıl daha girift hale getireceğini hepimiz biliyoruz. Yeni kayıplar soruna yeni insanların dahlini sağlıyor. Olayın psikolojik boyutunu es geçmemiz mümkün değil. Örgüt hem bölge halkına yani Kürtlere hem de batıya yani Türklere oynuyor. Kısacası toplumsal uzlaşının oluşmasını engellemek için elinden geleni yapıyor. Tabii ki bunu destekleyecek başka kurum-ülke ve kanalları da kullanıyor. Yeni Anayasa’nın yazılması yolunda adım atılırken, Türkiye’de halk PKK-MİT görüşmesine bile sağduyulu yanıt verip sorunun çözülmesi için irade ortaya koyarken ve Cumhurbaşkanının bölgeye ziyaretinin hemen ardından yapılan bu ağır saldırının başka bir hedefi olamaz. 

Saldırının hedefini tespit ettikten sonra sonucuna bakacak olursak eğer şunu açıkça söylemek gerekiyor ki PKK böyle büyük bir saldırı ile Türkiye’nin son dönemlerde üzerinde arttırdığı baskıya rağmen varlığını sürdürdüğünü ve hatta amiyane tabirle “yıkılmadım ayaktayım” mesajı verdiğini söyleyebiliriz. Hiçbirimizin hoşuna gitmiyor olsa da böyle bir saldırıyı gerçekleştirmiş olmak da bir terör örgütü açısından başarıdır. Çünkü Türkiye’nin son dönemde Kandil dağını hava kuvvetleri ile bombalaması, PKK’ya büyük kayıplar verdirmiş olması, Kuzey Irak’ta köylerin PKK aleyhine boşaltılması ile ilgili gelişmeler ve Türkiye içindeki en büyük kampları diye anılan kamplara gerçekleştirilen baskınlara rağmen örgüt ben halen buradayım demiştir. Türkiye’nin silahlı kuvvetlerinin son döneme kadar silahlı mücadele ve donanım açısından yaşadığı sorunları da düşünmemiz gerekiyor. Eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’in internete düşen ses kaydında belirttiği zaaf ve eksikliklerin henüz giderilememiş olduğunu bu saldırının kolayca gerçekleştirilmiş olmasından anlıyoruz.     

Saldırının hedefine ulaşıp ulaşmaması PKK için varlığını daha ne kadar sürdürüp sürdüremeyeceği sorusunun cevabı olacaktır. Eğer sokaklara bir etnik kaos ve çatışma hakim olabilirse, eğer asker-polis ve tüm güvenlik güçleri uluslararası hukuk standartlarında sürdürdüğü terörle mücadele çizgisinden vazgeçer ve hukuksuz uygulamalar gerçekleştirirse PKK amacına ulaşmış olacak. Maalesef saldırıdan sonra gerek sosyal medya üzerinde verilen refleksler gerekse muhalefet partilerinin genel başkanlarının yaklaşımları PKK’nın amacına ulaşması için çanak tutuyor. Elbette genç arkadaşlarımızın birer birer küçük kutularla ebediyete uğurlanması hepimizin canını acıtıyor ve hatta aslında ateş düştüğü yeri yakıyor. Fakat gerçekleşmiş bir saldırının ardından kalkıp hükümeti istifaya davet etmek çok rasyonel bir tepki değil. PKK’nın yaratmak istediği kaos ve istikrarsızlık ortamına adeta davetiye çağırmak, ne muhalefet partilerine ne de vatandaşlara yakışmıyor. Sayılar üzerinden durum tespiti yapmak, sayılara göre refleks vermek ise barış çağrısı ve/veya sorunun çözümü için dillendirilen özleme gölge düşürüyor. Bir can ile on can arasında fark görmeden, canların ölmesini değil yaşamasını düstur edinen bir politikaya ihtiyacımız var. Bunu yaparken ise kantarın topuzunu kaçırmamak gerekiyor. Bazı liberal çevrelerin barış güvercini olmak hevesiyle “şiddete herkes son versin” mealindeki çağrılarını da ayrıca düşünmek gerekiyor. Çünkü devletin güç kullanma meşruiyetine sahip olduğu gerçeği ve örgütün uyguladığı şiddet ile devletin uyguladığı güvenlik uygulamaları arasındaki farkı yok sayan bir yaklaşım bu. PKK terör örgütü olarak Kürtlerin hakkını savunmuyor, Kürt halkını istismar ederek Türkiye’nin geleceğine dinamit koymaya çabalıyor. Bunu şiddet kullanarak gerçekleştirmeye çalışıyor. Türkiye ise güvenlik güçleriyle birlikte meşru güç kullanma yetkisi ile PKK terör örgütüne karşı mücadele ediyor. Bu ayrımı iyi yaptıktan sonra hak ve özgürlükler noktasında en ileri taleplerde bulunmakta herhangi bir sorun yoktur. Nitekim Türkiye’nin silahla mücadele siyasetle müzakere olarak Başbakan’ın ağzından duyurduğu stratejisi de bunu işaret etmektedir.

Burak YALIM
UİÇ Derneği Başkanı
https://www.facebook.com/burakyalim
@burakyalim (twitter)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder