29 Kasım 2011 Salı

Cumhuriyet’in Kaçıncısı Makbul Acaba?

     Van Depremi nedeniyle Başbakanlık Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını, Cumhurbaşkanlığı ise Cumhuriyet Bayramı Resepsiyonu’nu iptal ettiler. Sinekten yağ çıkarma derdinde olanlar için kolay bulunmayacak bir malzeme çıktı ortaya. “Vay efendim Cumhuriyet’e karşı komplo kuruluyor”, “bunlar zaten şeriatçı, cumhuriyet düşmanı, bakın işte bir kere daha gördük” gibi bir sürü aslı astarı olmaz yaklaşımlar ile başladılar iktidar partisine yüklenmeye. Hal böyle olunca en korunaklı barınak olan Gazi Mustafa Kemal’in hayatından örnekler, Cumhuriyet Bayramlarında sergilediği tavır ile kıyaslamalar falan gırla gitti. Mesele yine Atatürk üzerinden bugünkü iktidarı karalama kampanyasına dönüştü. Kampanyaya kim kulak astı o da meçhul ama en azından kendi çaplarında örgütlü oldukları yerlerde toplandılar ve “II. Cumhuriyet’e Geçit Yok” vb. pankartlarla meydanlara çıktılar. Biz bu güruhu zaman zaman endişeli modernler, zaman zaman da Laik-Kemalistler olarak tanımlamıştık. Bugün ise farklı bir tanımlama ile “cumhuriyet muhafızları” demeyi uygun buluyorum. Cumhuriyeti muhafaza etmek derdinde oldukları belli, konuya bir koruma ve kollama içgüdüsü ile yaklaşıyorlar ama neyi, niçin ve kimden korudukları biraz şaibeli. Çünkü suçladıkları kitleyi “II. Cumhuriyetçi” olmakla itham ediyorlar ve kendileri de “cumhuriyeti muhafaza” etmeyi görev biliyorlar. Hem şaibeli hem de çelişik bir tutum. Cumhuriyeti muhafaza eden cumhuriyetçi oluyorsa, bu cumhuriyet muhafızlarının II. Cumhuriyetçi diye itham ettikleriyle niçin kavga ettiklerini anlamlandırmaları gerekiyor. İşin sırrı acaba rakamlarda mı diye merak etmiyor değilim. Cumhuriyetçinin birincisi ile ikincisi arasında bir fark olduğu belli ama özünde cumhuriyet fikri sabit kalıyorsa herhangi bir sorun aramamak lazım ama manzara hiç böyle değil. II. Cumhuriyetçi diye itham ettiklerini padişahlığı geri getirmek istemekle suçluyorlar ancak cumhuriyet fikrinin kökü monarşiye ve oligarşiye zaten aykırı. Peki, bu cumhuriyet muhafızlarının II. Cumhuriyet’i kurmak istemekle itham ettikleri ile sorunu ne? Yoksa burada birincisini biz kurduk ve bizimdi, ikincisini siz kurarsanız sizin olur endişesi mi hasıl oluyor? Acaba cumhuriyet dedikleri şey kurucuları tarafından kullanılan ve sadece kurucularına rant sağlayan bir gizli oligarşi mi? Sorular ve sorular… 
 

     Olayın özü Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kadroların belirli bir zümreyi ayrıcalıklı kıldığı ve sistemi %20’nin %80’i tahakküm altına aldığı şekilde kurmasıyla alakalıdır. Bugün koparılan feryat esasen bununla ilgilidir. Her şeyi en iyi bildiğini, en iyi yediğini, en iyi içtiğini sanan ve her yeri en güzel kendilerinin gezdiğini, kendi dünyalarında kurdukları “çağdaşlık” tanımınca kendilerini yine en üstte gördükleri sistemin açılmasını, yani genişleyip başkalarına da fırsatlar sunmasını kabullenemiyorlar. Somutlaştıracak olursak, düne kadar devletin en stratejik köşelerini ellerinde bulunduran, istedikleri gibi at oynatan bir zümrenin bu ayrıcalıklı halini kaybediyor olmasıdır durum. Nasıl mı? Mesela Genelkurmay’ın eski ayrıcalıklı konumunu yitirmiş olması ve yakında daha da normalleşerek tamamen sıradan bir konuma gelecek olması. Orduevleri gibi kendilerine ait mekanların, garson-şöför-hizmetçi erlerin, ucuza yenen yemeklerin, ucuz kuaförlerin, ucuz partilerin vs. gibi tüm ayrıcalıklı konumun ortadan kalkması. Sanıyorum kim olsa bu ayrıcalıklı halin kaybedilmesi durumunda bangır bangır bağırırdı. İşte bugün Cumhuriyet ve II. Cumhuriyet tartışmalarının özünde bu mesele yatmakta. Çünkü bugün değişen ve genişleyen sistemin dün kendilerine bahşettiği ayrıcalıkları ellerinden alıyor olması, yeni kurulacak sistemde kendilerinin yıllarca yok sayıp dışladığı kitleleri ayrıcalıklı kılınacağı korkusunu yaratıyor. Yani kendi yaptıkları adaletsizliği zulmü ve vicdansızlığı kendilerine yapılacak zannediyorlar. Hal böyle olunca da hangi fırsatı bulsak da sokakta bir “aman cumhuriyet elden gidiyor” tantanası çıkarsak diye fırsat kolluyorlar. Bunu yaparken de yine o aslında hiç sevmedikleri ve çağdaş bulmadıkları gariban halkı da kandırma çabasına girişiyorlar. Mesela yaptıkları organizasyonlarda aslında onların yararlandığı hiçbir ayrıcalıktan yararlanmayan ve sadece onlara buyurun efendim, emredin paşam diyerek kendilerini tatmin ve teskin etmekle avunan bireyleri de kullanıyorlar. Sadece Genelkurmay değil elbette, bunun yanında Dışişleri Bakanlığı da dahil olmak üzere devletin bin türlü kurumunun içindeki bürokrasiye kadar artık ellerinde tutabildikleri bir devlet olmadığı gerçeğiyle yüzleşen bu güruhun Türkiye’de halkın seçimini cumhuriyetin elden gidiyor oluşu olarak değerlendirmesi zaten her şeyi açıkça ortaya koymuyor mu?  Kısacası AK Parti’ye verilen oyların sonucu olarak AK Parti iktidarda ve bu “cumhuriyet muhafızları” AK Parti’yi “ikinci cumhuriyetçi” olmakla itham ediyor. Dolayısıyla halkı ikinci cumhuriyete oy vermekle suçluyor ve esasen yine tepeden bakan, halkı aptal zanneden ve halkı çağdaşlaştıracak unsurun ancak kendileri olduğunu sanan yaklaşımın tezahürüdür bu.

     Peki, “ikinci cumhuriyet” ile yetinmek mümkün mü? Yani birincileri çok kötüydü de ikincileri tadından yenmeyecek kadar iyi mi? Esas mesele de aslında burada düğümleniyor. Aslında halk kendisine en uygun sistemi kendi elleriyle kuruyor. Bugün ikinci cumhuriyetçi olarak nitelenen AK Parti’yi halk 3. kez iktidara taşıyor, yarın AK Parti’yi beğenmezse ve AK Parti kendisini halktan koparırsa onu da tarihin sayfalarına gömüp yeni bir siyasi örgütlenmeyi iktidar yapacaktır. O zaman da kalkıp “aman tanrım 3. Cumhuriyet’i getiriyorlar” mı diyeceğiz? Önemli olan cumhuriyet adının hangi rakamla anılacağı değil cumhura yani halka hizmet edip etmediği, halkı kucaklayıp kucaklamadığıdır. Halk zaten bunu kendi kendine demokratik yollarla belirleyecektir. Fakat bizim isimlere, rakamlara, ritüellere olağanüstü önem veren yaklaşımımız, olayın derinliğini ve içeriğini ıskalayan tavırlar benimsememize neden oluyor. Olayın derinliğinde ise cumhuriyeti temsil edenin niteliğinin ne olduğu yatıyor. Cumhuriyeti temsil eden halkın seçtiği siyasiler mi, yoksa cumhuriyeti biz kurduk biz en iyisini biliriz ve söyleriz diyen eli silahlı askerler ve devleti ele geçirmiş bürokratlar mı? Düne kadar sanıyorum cumhuriyet eli silahlı askerlerin ve devletin her yerine sinmiş bürokrat takımının elindeydi. Halka, yani cumhura rağmen cumhuriyeti elinde tutanların üstünlüğünü yitiriyor olması “II. Cumhuriyet” tartışmalarını gündeme getirdi. Önüne hangi rakamın geldiğine hiç bakmaksızın “cumhuriyet” rejimine inancımız sürdükçe ve cumhuriyet halkın denetimi ve yönetimi altında tutuldukça sorun çıkmayacaktır. Peki, halkı kim denetleyecektir diye bir soru soruyorsanız eğer, siz halen daha eski Türkiye’de yaşıyorsunuz demektir. Halk denetlenmesi gereken, üzerinde baskı kurulacak ve belirli bir ideoloji etrafında örgütlenmesi sağlanacak olan insanlar topluluğu değildir. Halk Cumhuriyet’in sahibidir ve cumhuriyetini kimin nasıl yönetmesini istiyorsa ona o yetkiyi verecek olan yegâne unsurdur. Ne 35. Madde, ne bilmem kaçıncı yasa buna karar veremeyecektir çünkü 1870’li yıllara dayanan cumhuriyet tartışmaları neticesinde Türkiye halkı cumhuriyet fikrini benimsemiştir ve iliklerine kadar hissetmektedir.
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder