Van
Depremi nedeniyle Başbakanlık Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını,
Cumhurbaşkanlığı ise Cumhuriyet Bayramı Resepsiyonu’nu iptal ettiler.
Sinekten yağ çıkarma derdinde olanlar için kolay bulunmayacak bir
malzeme çıktı ortaya. “Vay efendim Cumhuriyet’e karşı komplo kuruluyor”, “bunlar zaten şeriatçı, cumhuriyet düşmanı, bakın işte bir kere daha gördük”
gibi bir sürü aslı astarı olmaz yaklaşımlar ile başladılar iktidar
partisine yüklenmeye. Hal böyle olunca en korunaklı barınak olan Gazi
Mustafa Kemal’in hayatından örnekler, Cumhuriyet Bayramlarında
sergilediği tavır ile kıyaslamalar falan gırla gitti. Mesele yine
Atatürk üzerinden bugünkü iktidarı karalama kampanyasına dönüştü.
Kampanyaya kim kulak astı o da meçhul ama en azından kendi çaplarında
örgütlü oldukları yerlerde toplandılar ve “II. Cumhuriyet’e Geçit Yok” vb. pankartlarla
meydanlara çıktılar. Biz bu güruhu zaman zaman endişeli modernler,
zaman zaman da Laik-Kemalistler olarak tanımlamıştık. Bugün ise farklı
bir tanımlama ile “cumhuriyet muhafızları” demeyi uygun
buluyorum. Cumhuriyeti muhafaza etmek derdinde oldukları belli, konuya
bir koruma ve kollama içgüdüsü ile yaklaşıyorlar ama neyi, niçin ve
kimden korudukları biraz şaibeli. Çünkü suçladıkları kitleyi “II. Cumhuriyetçi” olmakla itham ediyorlar ve kendileri de “cumhuriyeti muhafaza”
etmeyi görev biliyorlar. Hem şaibeli hem de çelişik bir tutum.
Cumhuriyeti muhafaza eden cumhuriyetçi oluyorsa, bu cumhuriyet
muhafızlarının II. Cumhuriyetçi diye itham ettikleriyle niçin kavga
ettiklerini anlamlandırmaları gerekiyor. İşin sırrı acaba rakamlarda mı
diye merak etmiyor değilim. Cumhuriyetçinin birincisi ile ikincisi
arasında bir fark olduğu belli ama özünde cumhuriyet fikri sabit
kalıyorsa herhangi bir sorun aramamak lazım ama manzara hiç böyle değil.
II. Cumhuriyetçi diye itham ettiklerini padişahlığı geri getirmek
istemekle suçluyorlar ancak cumhuriyet fikrinin kökü monarşiye ve
oligarşiye zaten aykırı. Peki, bu cumhuriyet muhafızlarının II.
Cumhuriyet’i kurmak istemekle itham ettikleri ile sorunu ne? Yoksa
burada birincisini biz kurduk ve bizimdi, ikincisini siz kurarsanız
sizin olur endişesi mi hasıl oluyor? Acaba cumhuriyet dedikleri şey
kurucuları tarafından kullanılan ve sadece kurucularına rant sağlayan
bir gizli oligarşi mi? Sorular ve sorular…
Olayın
özü Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kadroların belirli bir zümreyi
ayrıcalıklı kıldığı ve sistemi %20’nin %80’i tahakküm altına aldığı
şekilde kurmasıyla alakalıdır. Bugün koparılan feryat esasen bununla
ilgilidir. Her şeyi en iyi bildiğini, en iyi yediğini, en iyi içtiğini
sanan ve her yeri en güzel kendilerinin gezdiğini, kendi dünyalarında
kurdukları “çağdaşlık” tanımınca kendilerini yine en üstte gördükleri
sistemin açılmasını, yani genişleyip başkalarına da fırsatlar sunmasını
kabullenemiyorlar. Somutlaştıracak olursak, düne kadar devletin en
stratejik köşelerini ellerinde bulunduran, istedikleri gibi at oynatan
bir zümrenin bu ayrıcalıklı halini kaybediyor olmasıdır durum. Nasıl mı?
Mesela Genelkurmay’ın eski ayrıcalıklı konumunu yitirmiş olması ve
yakında daha da normalleşerek tamamen sıradan bir konuma gelecek olması.
Orduevleri gibi kendilerine ait mekanların, garson-şöför-hizmetçi
erlerin, ucuza yenen yemeklerin, ucuz kuaförlerin, ucuz partilerin vs.
gibi tüm ayrıcalıklı konumun ortadan kalkması. Sanıyorum kim olsa bu
ayrıcalıklı halin kaybedilmesi durumunda bangır bangır bağırırdı. İşte
bugün Cumhuriyet ve II. Cumhuriyet tartışmalarının özünde bu mesele
yatmakta. Çünkü bugün değişen ve genişleyen sistemin dün kendilerine
bahşettiği ayrıcalıkları ellerinden alıyor olması, yeni kurulacak
sistemde kendilerinin yıllarca yok sayıp dışladığı kitleleri ayrıcalıklı
kılınacağı korkusunu yaratıyor. Yani kendi yaptıkları adaletsizliği
zulmü ve vicdansızlığı kendilerine yapılacak zannediyorlar. Hal böyle
olunca da hangi fırsatı bulsak da sokakta bir “aman cumhuriyet elden gidiyor”
tantanası çıkarsak diye fırsat kolluyorlar. Bunu yaparken de yine o
aslında hiç sevmedikleri ve çağdaş bulmadıkları gariban halkı da
kandırma çabasına girişiyorlar. Mesela yaptıkları organizasyonlarda
aslında onların yararlandığı hiçbir ayrıcalıktan yararlanmayan ve sadece
onlara buyurun efendim, emredin paşam diyerek kendilerini tatmin ve
teskin etmekle avunan bireyleri de kullanıyorlar. Sadece Genelkurmay
değil elbette, bunun yanında Dışişleri Bakanlığı da dahil olmak üzere
devletin bin türlü kurumunun içindeki bürokrasiye kadar artık ellerinde
tutabildikleri bir devlet olmadığı gerçeğiyle yüzleşen bu güruhun
Türkiye’de halkın seçimini cumhuriyetin elden gidiyor oluşu olarak
değerlendirmesi zaten her şeyi açıkça ortaya koymuyor mu? Kısacası AK Parti’ye verilen oyların sonucu olarak AK Parti iktidarda ve bu “cumhuriyet muhafızları” AK Parti’yi “ikinci cumhuriyetçi”
olmakla itham ediyor. Dolayısıyla halkı ikinci cumhuriyete oy vermekle
suçluyor ve esasen yine tepeden bakan, halkı aptal zanneden ve halkı
çağdaşlaştıracak unsurun ancak kendileri olduğunu sanan yaklaşımın
tezahürüdür bu.
Peki, “ikinci cumhuriyet”
ile yetinmek mümkün mü? Yani birincileri çok kötüydü de ikincileri
tadından yenmeyecek kadar iyi mi? Esas mesele de aslında burada
düğümleniyor. Aslında halk kendisine en uygun sistemi kendi elleriyle
kuruyor. Bugün ikinci cumhuriyetçi olarak nitelenen AK Parti’yi halk 3.
kez iktidara taşıyor, yarın AK Parti’yi beğenmezse ve AK Parti kendisini
halktan koparırsa onu da tarihin sayfalarına gömüp yeni bir siyasi
örgütlenmeyi iktidar yapacaktır. O zaman da kalkıp “aman tanrım 3. Cumhuriyet’i getiriyorlar”
mı diyeceğiz? Önemli olan cumhuriyet adının hangi rakamla anılacağı
değil cumhura yani halka hizmet edip etmediği, halkı kucaklayıp
kucaklamadığıdır. Halk zaten bunu kendi kendine demokratik yollarla
belirleyecektir. Fakat bizim isimlere, rakamlara, ritüellere olağanüstü
önem veren yaklaşımımız, olayın derinliğini ve içeriğini ıskalayan
tavırlar benimsememize neden oluyor. Olayın derinliğinde ise cumhuriyeti
temsil edenin niteliğinin ne olduğu yatıyor. Cumhuriyeti temsil eden
halkın seçtiği siyasiler mi, yoksa cumhuriyeti biz kurduk biz en iyisini
biliriz ve söyleriz diyen eli silahlı askerler ve devleti ele geçirmiş
bürokratlar mı? Düne kadar sanıyorum cumhuriyet eli silahlı askerlerin
ve devletin her yerine sinmiş bürokrat takımının elindeydi. Halka, yani
cumhura rağmen cumhuriyeti elinde tutanların üstünlüğünü yitiriyor
olması “II. Cumhuriyet” tartışmalarını gündeme getirdi. Önüne hangi rakamın geldiğine hiç bakmaksızın “cumhuriyet”
rejimine inancımız sürdükçe ve cumhuriyet halkın denetimi ve yönetimi
altında tutuldukça sorun çıkmayacaktır. Peki, halkı kim denetleyecektir
diye bir soru soruyorsanız eğer, siz halen daha eski Türkiye’de
yaşıyorsunuz demektir. Halk denetlenmesi gereken, üzerinde baskı
kurulacak ve belirli bir ideoloji etrafında örgütlenmesi sağlanacak olan
insanlar topluluğu değildir. Halk Cumhuriyet’in sahibidir ve
cumhuriyetini kimin nasıl yönetmesini istiyorsa ona o yetkiyi verecek
olan yegâne unsurdur. Ne 35. Madde, ne bilmem kaçıncı yasa buna karar
veremeyecektir çünkü 1870’li yıllara dayanan cumhuriyet tartışmaları
neticesinde Türkiye halkı cumhuriyet fikrini benimsemiştir ve iliklerine
kadar hissetmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder