26 Kasım 2009 Perşembe

Bu Kadar Uzun Yazıyı Kim Okur?


Ve anlarsın... Bedenin özgür kalsa neye yarar, acıtır ruhunu içinde kalanlar, dönemezsin artık geriye, tek yön seçtiğin tüm yollar... Manga'nın şarkı sözleri. Yazmaya başladığım günden itibaren hayır yazmayacağım dememe rağmen bir şekilde elim gidiyor klavyeye. İçimde kalsın, kimsecikleri üzmesin dediğim geçmişte yaşadıklarımın bugün canımı ne şekillerde yaktığı ortadayken, daha fazla içine atmanın manası yok, yazarak bir nebze olsun rahatladığımı biliyorum. Gerçi ülke gündemindeki meseleler kaç kişinin canını sıkıyordur, kaç kişi benim yazdığım meseleler yüzünden geceleri uyumuyor veyahut bunlar üzerine düşünüyordur o da ayrı bir muamma. Ama ne olursa olsun, en bencil duygularımla kendimi rahatlatmak için bile olsa yazmak seçtiğim yollardan biri oldu.

Şimdi neresinden başlasam diye düşünmeden edemiyorum. Kafamda o kadar çok mesele olmaması gereken mesele var ki. Mesela arefesinde olduğumuz Kurban Bayramı. Öncelikle tüm insanlık alemine.... huzur, sağlık mutluluk getirsin klişesini inanmadan söyleyelim. Ne de olsa birileri bu dünyayı yine mahvedecek, birileri çıkarları uğruna insanları öldürecek, birileri rahatları için birçoklarını fakirliğe mahkum edecek. O zaman hakettiğimizi almak ümidiyle demekte fayda var. Herkese hakettiğini umduktan sonra televizyonlara yansıyacak kareleri anlatmaya gerek yok. Kaçan boğalar kovalayan kasaplar(!). Güzel yurdumda herkes bir şekilde günü gelince her mesleği yapabildiği için, kesilen kollar bacaklar ve kaçan kurbanlıkları yine izleyeceğiz. Kasaplık mesleği - içinde olduğumdan biliyorum- zordur. Bıçakla dans etmek her babayiğidin harcı olmasa gerek. Maalesef bizim ülkemizde birileri her kurban bayramında kasap kesilir, ruhsatsız, belgesiz sırf ceplerini doldurmak için bu işe koyulurlar ama hem kendilerini rezil ederler hem de işlerini yaptırmak için onlara güvenen insanların bayramlarını. Dolayısıyla biz de uzmanlık önemsenmez, elinden geliyorsa kör topal yap gitsin denir. Halbuki her mesleğin kendine göre bir zorluğu ve ayrıntısı vardır. Umuyorum ki Avrupa Birliği normları ile birlikte bu magandavari durumlar hızla ortadan kalkacaktır.

Avrupa Birliği demişken Avrupa Birliği Zirve toplantısı ile ilgili birkaç şey söylemek gerekli. Bilindiği gibi troyka toplantısı Türkiye'de yapıldı ve AB Dönem Başkanı İsveç'in Dişişleri Bakanı Carl Bildt Türkiye'nin AB üyeliği için iyimser bir yorum yaptı. Carl Bildt, “Avrupa Birliğine üyelik için ülke büyüklüğü ve müslüman olmaması gibi koşullar bulunmamaktadır” mealinde bir açıklama yaptı. Burada tabiki işaret edilen ülke Türkiye'dir. Avrupa'da Türkiye'nin üyeliği için bunun gibi olumlu görüş bildiren bürokrat sadece Carl Bildt değil ancak Lizbon antlaşmasının yürürlüğe girmesi ile birlikte Belçikalı Herman Van Rompuy'un AB Konseyi Başkanı olarak seçilmesi AB-Türkiye ilişkileri açısından maalesef olumsuz bir gelişme olarak değerlendiriliyor. Belçikalı politikacının 2004 yılında yaptığı bir konuşmasında Türkiye aleyhtarı tutumu net bir şekilde ortada. Herman Van Rompuy 2004 yılında yaptığı bu konuşmasında:“Türkiye Avrupa'nın parçası değil ve asla olamayacak...Avrupa'da aynı zamanda Hristiyanlığın da değerleri olan mevcut evrensel değerler Türkiye gibi bir islam ülkesinin girişiyle kuvvetini yitirecektir...” gibi ifadelere yer vermiş. Anlaşılan o ki Avrupa'da Türkiye karşıtlığı halen daha güçlü konumunu koruyor. Nitekim Belçikalı AB Konseyi Başkanı seçilmesinde de Merkel-Sarkozy ikilisinin büyük rol oynadığı düşünülünce ve Merkel-Sarkozy ikilisinin Türkiye değerlendirmeleri hatırlanınca aksini düşünmek mümkün değil. Avrupa Birliği çıpası Türkiye için büyük önem taşıyor ancak bu konuda Türkiye'nin attığı ve atacağı adımlar da belirleyici role sahip. Avrupa değerler sistemine entegre olabilmek için Türkiye'nin demokratikleşme, fırsat eşitliği, hukukun üstünlüğü gibi konularda ciddi adımlar atması gerekiyor derken hemen aklıma Danıştay kararı ile iptal edilen katsayı meselesi geldi.

Üniversite giriş sınavlarında meslek liselilere uygulanan katsayı uygulamasının kalkması yönünde YÖK tarafından alınan karar Danıştay tarafından iptal edilmiş. Gerekçe Türkiye'nin önü alınmaz tehlikelere doğru yol alacağı gibi bir nedene dayandırılıyor. Fırsat eşitliğinin olmadığı bir ortamda haklı bir rekabeti beklemek mümkün olmadığı gibi meslek lisesinde okumakta olan öğrencilerin hayalleri bu kararla bir kez daha suya düşürüldü. YÖK itiraz edeceğini açıklamasına rağmen Türkiye'deki kemik bürokrasi yapısı düşünüldüğünde bu konuda adım atmanın güçlüğü ortada. Avrupa çıpasına tutunacak dediğimiz Türkiye'de böyle bir fırsat eşitsizliğinin yaratılması, hangi akla hizmet ediyor merak ediyorum. Avrupa Birliği üyeliği ile de doğrudan ilgili olan başka bir konu ise memurların geçtiğimiz günlerde uyguladığı grevdir. Malum ülkemiz demokratik açılım daha doğrusu açılımlar konusu ile epey meşgul bir durumda. Demokratik açılımı bu kadar önemseyen iktidar partisinin eski milli eğitim bakanı ve bugün başbakan yardımcısı Hüseyin Çelik bir açıklama yapıyor ve diyor ki, “bu grevi masumane bir tutum olarak göremeyiz”. İnsanın aklına ister istemez takılıyor, acaba grev ve lokavt hakkı demokrasilerin demokratikleşmenin temel taşlarından birisi değil midir? Yoksa bu açılım meselesi ile hedeflenen gerçek bir demokratikleşme değil midir?

Hazır söz iktidar partisine gelmişken Sayın Başbakan'ın Manchester United-Beşiktaş maçından sonra Beşiktaş Jimnastik Kulübü Başkanı'nı araması ve tebrik etmesini alkışladığımı belirtmek isterim. Sayın Başbakandan bu hareketlerin devamını bekleriz. Netice itibariyle Beşiktaş Manchester United'ı mağlup ederken Türkiye Cumhuriyeti'ni temsil etmiştir. Böyle galibiyetler böyle sevinçler hepimizin sevinci olabilmelidir. Başbakan'ın bir Fenerbahçe taraftarı olmasına rağmen bunu yapmasına karşılık olarak muhalefet partilerinden MHP'nin Genel Başkanı Devlet Bahçeli Beşiktaşlı olmasına rağmen böyle güzel bir harekete imza atmamıştır. Milliyetçilik konusunda çok hassas olduğuna şüphemiz olmayan bir siyasi partiye Sayın Başbakan büyük bir örnek oluşturmalıdır. Bu konuda sayın Başbakan örnek teşkil ederken bir başka konuda büyük bir yanlışın içine girmektedir. Bilindiği gibi demokratik açılım sürecine en sert yaklaşan partilerden biri MHP'dir. Sayın Başbakan MHP'nin bu tutumunu eleştirirken MHP'nin eski lideri rahmetli Alparslan Türkeş'ten örnekler vermekte ve MHP'ye, sizin lideriniz böyle derken siz ne yapıyorsunuz mealinde eleştiriler yöneltmektedir. Sayın Başbakan'a yakın geçmişteki liderinin kendileri için arka kapıdan kaçanlar dediğini hatırlatmak isterim. Kendilerine gelince geçmişi inkarın o kadar kolay olduğu durumlar varken başkaları için geçmişten örnekler verip hassas noktaları kaşımanın yarar getirmeyeceğini umarım Sayın Başbakan'da bilmektedir. Mutlaka Devlet Bahçeli'de Alparslan Türkeş'in hangi konuda ne tutum sergilediğini bilmektedir. Dolayısıyla Devlet Bahçeli'ye bu konularda hatırlatma yapacak kişi Sayın Başbakan değildir. Eğer Sayın Başbakan geçmişe bu kadar önem veriyorsa Necmettin Erbakan'ın onlara verdiği yol haritalarını kendisi ne ölçüde uyguluyor bunun cevabını vermelidir. Sayın Başbakan geçmişteki politikaların kendilerini nasıl bir “kafes” e soktuğunu sanıyorum iyi hatırlıyordur. Şahsen bu kafeslemeleri desteklemediğim gibi inatla bazı şeyleri gerçekleştirmek gibi bir tutumunda çok sağlıklı olmadığına inanıyorum.

Kafes planları konuşulurken bir güvercin kafesten uçtu gitti bilmem haberiniz var mı? Hulki Cevizoğlu ve Rahşan Ecevit hanımefendinin yeni güvercinli partisinin eski güvercinden nasıl ayırt edileceği merak konusu. Türkiye'de siyasi parti sayısı şuan kaçtır bilmiyorum ama birbirinin benzeri birçok siyasi parti var. Dolayısıyla bu partilerin yüzde on gibi bir baraj uygulaması karşısında ne yapacaklarını çok merak ediyorum. Bir siyasi partinin iktidar olmak ya da en kötü ihtimalle barajı geçmek gibi bir amacı yoksa ve bu amaç gerçekçi değilse neden kurulduğunu da anlayamıyorum. Son dönemde sağda solda birlikler gerçekleştiriliyor, gerçekleştirilmek isteniyor ama ne kadar samimi oldukları kurulan ve var olan partilerin sayısı ile ortada. Halen daha tepede ben olacağım kaygısı ile hareket edenlerin, emekliliğini yaşamak yerine ülke yönetmek için atağa kalkanların var olduğu siyaset sahnesinde, biz gençler nasıl yer bulabiliriz? Tüm siyasetçiler gençlere güvenden, geleceğin gençler olduğundan dem vurdukları kadar, gençler için, gelecek için birşeyler yapsa keşke. Bu da başka bahara kaldı demekten başka çaremiz yok anlaşılan.

Ve bitirirken... Karman çorman bir yazı okudunuz. Aslında Başbakan'ın Libya gezisi ve Dersim Saçmalığı ile ilgili de bir iki laf etmek istiyordum ama... Başka bahara kalan umutlarımız gibi bu iki konuyu da başka yazıya bırakıyorum. Belki yazmam bile. Yazdıklarım ile ilgili birçok olumlu görüş almama rağmen bazen öyle acı olumsuzluklar duyuyorum ki lanet ediyorum yazmaya. En son birisi “Kürt Açılımı” ile ilgili fikrimi sormuştu ve ben de yazdığım yazıyı göstermiştim. Aldığım cevap, “bu kadar uzun yazıyı kim okuyacak şimdi” oldu. Belki de bu yazı o nedenle bu kadar kısa oldu. Hepinize hakettiğiniz bir bayram diliyorum. Sevgiler, Selamlar, Saygılar...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder