7 Kasım 2009 Cumartesi

İran - Türkiye Senkronizasyonu: "Tamamen Duygusal"

Revaçta, “Belge” meselesi ve “İran” karmaşası var. İkisinin de birbiri ile farklı ve benzer yönleri olduğunu düşünüyorum. Belge kimin belgesi, doğru mu değil mi diye tartışmak yerine böyle bir gündeme sahip oluşumuzun henüz demokrasi anlamında nerelerde olduğumuz gerçeğini gösterdiğini düşünmekteyim. Peki ya İran'da ortaya çıkan “seçimler sahte” tartışmaları ve kanlı olaylara dönüşen seçim protestolarına ne demeli? Acaba bu iki örnek bize ne kadar benzer olduğumuzu göstermiyor mu?

İran özelinde demokratik bir ülkedir. Çünkü İran ortadoğunun en demokratik ülkelerinden birisidir. Lübnan, Filistin, Irak gibi ülkelerin yanında İran demokrasisinin hatrı sayılır bir yeri vardır. Türkiye ise bölgesindeki en demokratik (!) ülkedir. Her ne kadar darbelenmiş de olsak, halen daha darbe günlüklerini konuşuyor da olsak bizim demokrasimizin de İran'a nazaran hatrı büyüktür. Fakat dikkat çekici bir nokta batının bu iki tür demokrasiye yaklaşımıdır. Türkiyedeki cumhuriyet mitingleri, muhafazakar-islamcı iktidarı dengelemek isteyen Laik, Cumhuriyetçi grupların gösterileri, tepkileri olarak yansıtılıp, iktidarın önünün kesildiği söylenirken, İran'daki reformistlerin sokaklara çıkması demokrasinin en güzel örneği olarak algılanmaktadır. Sanırım “batı” bu işi de yine işine geldiği gibi algılamaktadır. Burada dikkat çeken bir noktada İran'da yaşananlara ses çıkarmayan ABD yönetimidir. ABD'nin ses çıkarmasının normal olduğunu düşünmemekle birlikte alışılagelmiş demokrasi, insan hakları v.s. çağrılarını duyamamak aklımı kurcalamaktadır. Obama'nın değişim sinyallerinin ve İslam dünyasına yaptığı şirinliklerin arkasında acaba birşeyler mi var? Özellikle Obama'nın “İran'a dost elini uzatıyorum ama kayıtsız da kalamam” sözleriyle birleştirdiğimde tablo hayli düşündürücüdür. Neticede İran, ABD'nin Obama'dan önceki en büyük tehdit olarak gördüğü ülkelerden biriydi. Hatta G.W.Bush şer üçgeni tanımlamasına İran'ı sokmuş ve Bush döneminde sürekli ABD İran'a ne zaman askeri müdahale yapacak sorusu tartışılmıştı. Başkanlık değişimi ile birlikte ABD İran'a zeytin dalı uzatmış ancak elle tutulur herhangi bir yanıt alamamıştı. Belki de Obama'nın sessizliği İran'da ki Musavi yanlılarının sesinin daha çok çıkmasına neden oluyor. Bunun da klasik paranoya ile bilinçli yapılan bir şey olduğunu düşünmek anormal olmasa gerek. Türkiye'de de bir zamanlar yönetim böyle değiştirilmemiş miydi? İki grup ellerinde silahlar ile birbirine girmişken büyük(!) ordumuza vazife düşmüş ve yönetime el konulmamış mıydı? Dışarıdan yapılacak bir mudahale yerine içeriden yapılan müdahaleler her zaman için kamuoyunu yanına alabilir. Nitekim ABD'nin uzun zamandır planladığı söylenen İran müdahalesi de bu şekilde yapılıyor olabilir.

Türkiye'de bugün konuştuğumuz darbe planlarının başarısızlığı da dış desteği bulamamış olması değil mi? Az önce belirttiğim gibi batının Türkiye'de yapılmış ve yapılan cumhuriyet mitinglerini iktidarın önünü kesmek olarak algılaması ile İran'da yapılanları demokrasi gösterisi olarak algılamasının ilintisiz olduğu düşünülemez. Türkiye'de yapılacak bir darbe batının işine gelmiyor. Buna mukabil İran'da ise reformistlerin çabaları sessizce ve Obama'nın “İran'ın içişleridir bir şey söylemem doğru olmaz” kabilinden açıklamaları ile destekleniyor.

Peki bunca şey yaşanırken biz sade vatandaş olarak bu işlerin neresinde yer alabiliyoruz? Mantığımıza yatan taraflardan birine destek veriyor ya da hiçbirini önemsemeyip eve götürebildiğimiz ekmeğin derdine düşüyoruz. Ama neticede önemsemediğimiz olaylar bizim evimize götürdüğümüz ekmeğin fiyatını belirliyor. İran veya Türkiye'de yaşananlar salt düşünce farklılıklarından kaynaklanan mücadeleler değildir. Bu işin sonundaki pasta payı herkesin ağzını sulandırmaktadır. Yani mesele tamamen duygusaldır(!). En özelinde Türkiye'de yaşanan Devrimci – Karşıdevrimci mücadelesi pastadan kimin ne kadar pay alacağı ile ilgilidir. Yıllardır pastayı tek başına pay edenler şimdi bir başkasının bunda söz sahibi olmasından rahatsızlık duymaktadır ve biz demokrasi teorisine sıkı sıkı sarılmadıkça, açık toplum olma yolunda adım atamadıkça, bu mücadelede etkisiz eleman rolünü oynamaya devam edeceğiz.



Burak YALIM 23/06/09

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder