13 Eylül 2010 Pazartesi

Demokrasi Treni

Bu bir 13 Eylül yazısıdır. Türkiye Cumhuriyeti tarihine bir dönüm noktası olarak yazılacak olan ve umuyorum ki geriye dönüp okudukça tekrar tekrar mutluluk duyacağım bir yazı.  Kara Eylül’ün üzerinden geçen 30 yıllık süreçten sonra, bir referandumun ertesinde, “hayır”, “evet” ve “boykot” diyenlerin tamamının oluşturduğu aydınlık bir sabahı yaşıyoruz. Bunu ben değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı söylüyor. Sözde mi özde mi acaba diye soranlar olacak mutlaka, özgüven eksiği yurdumda bir başkasına güvenmeyi beklemek çok kolay değil, bu kişi Başbakan olsa bile. Siyaset o kadar kirli, o kadar düzenbazlık, o kadar hile hurda, o kadar inançsızlık ve o kadar omurgasızlık demek bu memlekette. Ama ile başlayan bir cümleyi kurmak ve siyasetin olumlu, umut verici bir yanını dillendirmek dahi çok kolay değil. Ama ilk kez bir başbakan bu kadar açık ve net, bu kadar samimi bir dille sahipleniyor ve kucaklıyor herkesi. Zafer sarhoşluğundan mı acaba diyorsunuz, gerçekten mi diye soruyorsunuz içten içe… Ya yarın da gömleği değiştirecekse, ya bu demokrasi söylemleri “araç” olduğu için böyleyse diye şüphe ediyorsunuz. Şüphelerinizi de anlamak güç değil. Çünkü yine bu memleketin siyasetçisiydi ümitlerimizi çalan. Din dediler, bayrak dediler, Atatürk dediler, benim memurum işini bilir dediler ve daha nicelerini söylediler ama ne değişti ki şimdi değişsin diyoruz belki de. Üzerimizde sanıyorum yılların yorgunluğu ve yıpranmışlığı hâkim ve maalesef bu yıllanmışlık sanki biz gençlere bile sirayet etmiş durumda.  Gerçekten güvenilecek, herkese sadece insan olduğu için değer verecek, ülkenin tüm vatandaşlarına sahip çıkacak bir yer gösterseler, kuşkusuz orada buluşacağız hepimiz. Nasıl ki basketbol milli takımımıza sonuna kadar güveniyoruz, nasıl ki milli futbolcularımıza kuşkusuz arka çıkıyoruz, bunu yapabilecek bir hükümete, seçilmiş iradeye de ihtiyacımız çok fazla. Peki, bu mümkün değil mi?
 
12 Eylül 2010 günü yapılan referandumla birlikte Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının %58’lik “evet” oyu ile yukarıda bahsettiğim düzeni gerçekleştirme şansı Ak Parti iktidarına verilmiş durumdadır. Başbakan Erdoğan’ın yıllar önce dillendirdiği “demokrasi treni” işte bugün onun ve teşkilatının makinistliğindedir ve bugünden sonra demokrasi trenimizin hızı ve ilerlemesi yönünde “önümüzde engeller var” gibi bir bahane ortada kalmamıştır. Başbakan’ın referandum sonuçlarını değerlendirdiği ilk konuşması ise “demokrasi treni” nereye gidecek nasıl gidecek gibi sorulara cevaplar vermektedir. Başbakan konuşmasında “13 Eylül bir milattır”, “yarından itibaren çalışmalara başla Burhan bey”, “önemli ama yeterli olmayan iyi bir başlangıç” ifadelerine yer verirken “yeni sivil anayasa”nın ivedilikle yapılacağının işaretini vermiştir. Başbakan sadece bu mesajı vermekle kalmayıp ayyuka çıkan uzlaşı talebini de göz önünde bulundurarak referandum öncesinde yaşanan gerilimleri işaret ederek hem kendisine ve partisine ithafen söylenen sözler için hakkını helal etmiş hem de kendisinin söylediği sözler için özür dilemiştir. Başbakan bu hareketi ile ivedilikle yeni bir anayasa yazma hedeflerini ortaya koyarken bir yandan da gerekli uzlaşı ortamının oluşması için tevazu ve özveri göstermiştir. Özür dilediği ve hakkını helal ettiği cümlelerin ardından tüm siyasi parti liderlerini işbirliğine davet etmesi de uzlaşı zemininin oluşturulması için Başbakan tarafından atılan olumlu diğer bir adım olmuştur. Başbakan’ın bu olumlu yaklaşımları ile birlikte demokrasi treni için örnek bir makinist profili çizdiğini söylemek zor olmayacaktır.
 
13 Eylül 2010 Türkiye’nin demokrasi treni’nin raylara indiği gün olabilir. Bu fırsat Başbakan’ın ve teşkilatının önlerine sunulmuştur. Bu günden sonra atılacak her adımda Başbakan ve teşkilatı daha büyük sorumluluklar taşımaktadır. Artık ne asker ne de yargı vesayetinden bahsetmek mümkün olmadığı gibi tüm kesimlerce benimsenen yeni bir anayasa isteği ortada dururken, muhalefetin “görüşmeyiz, istemeyiz” gibi demokrasi yolunda raylara engel koyacak hamleler yapması da mümkün değildir. Dolayısıyla demokrasi treninde makinist koltuğuna oturan Başbakan’ın orada oturacağı süre ve samimiyeti önümüzdeki süreçte treni güzergâhından çıkarıp çıkarmaması ve ileri dönük hızı ile hesaplanacaktır. Muhalefetin önünde ise iki seçenek bulunmaktadır. Ya demokrasi trenine itici güç olup Başbakan’ı koltuğunda rahat ettirmeyecekler ya da raylara bomba döşeyerek siyasi varlıklarını sona erdireceklerdir. Referandumdan çıkardığımız önemli bir sonuçta Türkiye Halkı’nın demokrasiye, insan hak ve özgürlüklerine, hak ve hakkaniyete olan özlemidir. Artık merkez çevreyi dilediği gibi şekillendiremeyecektir. Merkezi belirlemek isteyen, bu konuda somut talepleri olan bir çevre ile karşı karşıya olduğumuz ortadadır. Bu durumda da muhalefetin sonuçları doğru okuyup Türkiye Halkı’nın talepleri doğrultusunda politikalar benimsemesi gerekmektedir.
 
Referandum öncesi son yazımda %58-62 arasında bir "EVET" ile "kapsamlı başlangıç" demiştim. Birinci adım gerçekleştiğine göre şimdi kapsamlı başlangıç sürecindeyiz diyebiliriz.

Not: Referandum süreci birçokları gibi benim için de yer yer gergin ve yüksek sesli konuşmalar eşliğinde geçti. Şahsıma yapılan tüm hakaret ve ithamları geride bıraktığımı, bu anlamda herhangi bir hesabımın olmadığını belirtmek isterim. Sürç-ü lisan edip kırdığım yahut üzdüğüm herkesten tüm kalbimle özür dilerim.  
  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder