8 Kasım 2013 Cuma

Muhafazakar - Otokrasi veya CHP'lileşmek

Söylenecek çok söz var. Konu aslında "kızlı-erkekli" parantezine alınacak kadar basit olmadığı gibi geçmişe dönük derin bir muhasebeyi gerektiriyor. Bu satırların yazarı AK Parti'ye oy vermiş, "Yetmez Ama Evet" kampanyasında elinden gelen desteği göstermiştir. Sırf bu yüzden bugün geldiğimiz noktada düne dair bir kez daha muhasebe yapmak gerekiyor zira birileri kıyıda köşede "pişmanım" denmesini bekliyor. Çok açık söylüyorum AK Parti'ye ve onun politikalarına verdiğim destekten de "Yetmez Ama Evet" tavrımdan da zerre pişmanlığım yok. Askeri vesayeti gerileten, Kürt sorununda kimsenin cesaret edemeyeceği çözüm iradesini gösteren, Avrupa Birliği ile müzakerelere başlayıp bu yolda hatırı sayılır çaba sarf eden ve ekonomik anlamda Türkiye'nin bambaşka bir çehreye bürünmesinde emeği geçen tüm AK Parti teşkilatına ve destekçilerine de ayrıca teşekkür ederim. Fakat İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu'nun çok uzak olmayan bir zaman diliminde söylediği gibi müttefiklerinizle yollarınızı ayırmak da ısrarcısınız. "Yeni Türkiye"yi inşa ederken liberal akla, sivil topluma ve "Hepimiz Türkiye'yiz" deyişi içerisinde barınan "herkese" kapınız açık değil gibi görünüyor. 

AK Parti Türkiye siyasal tarihinde nasıl anılmak istediğini belirlediği günlerden geçiyor. Uludere'nin arka planını öğrenemediğimiz, Hrant Dink'in katillerini bulamadığımız, askeri vesayet derken 27 Nisan Muhtırasını kaleme aldığını bizzat söyleyenlerin elini kolunu sallayarak gezdiği, Gezi'de sergilenen performans ve daha sayamayacağım nice söylemi ile AK Parti, geçmiş başarılarının, demokratikleşme ve ileri demokrasi hedefinin aksine bir ivmeyle (maalesef) ilerliyor. Yani konu sadece "Kızlı-Erkekli" değil. 

30 Eylül 2013 günü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ağzından kamuoyuna duyurulan "demokratikleşme paketi" için de "Yetmez Ama Evet" demiştim. Alevi vatandaşlar ile ilgili somut bir başlık içermeyen, Heybeliada Ruhban Okulu'nu açmayan, başörtüsüne kamuda özgürlük getiriyorum derken "asker-polis-yargı" üçgeninde bu mağduriyetin sürmesine göz yuman, eşcinsellerin taleplerini duymayan o pakete bile "evet" demişsek ve bu paket bile muhalefet tarafından eleştirilmişse içine düştüğümüz durumu varın siz düşünün. Buradan hareketle Türkiye'nin sorunu "muhalefetsizlik" demek artık karın doyurmuyor. Demokratikleşme konusunda iktidarın yanına yaklaşamayacak kadar geriden gelen bir muhalefetimiz olduğunu elbette ben de kabul ediyorum fakat bunun başka bir çıkış yolu yokmuş gibi sunulmasından hepimiz yorulmadık mı? Eğer başka bir çıkış yolu yoksa ve buna inanacaksak hep birlikte dükkanı kapatalım daha iyi olacak çünkü bu haliyle dükkan her gün bizi birbirimize kırdırıyor, düşmanlaştırıyor ve herhangi bir ürün elde edemeden enerjimizi tüketiyor. 

Bazı AK Partili dostlar bu satırları okumaya tahammül edecek mi, yoksa CHP'li dostlar nefret ettikleri AK Parti ile kendilerini benzeştirmeme dayanabilecek mi bilmiyorum. Fakat her geçen bu iki cenahın da birbirine daha sert, tahammülsüz ve artan bir nefretle baktığını gözlemlemek zor değil. İşte tam bu noktada pragmatizm yapıp ne de olsa AK Partililer daha çok ve gücü elinde bulunduruyor diyerek diğerlerini görmezden gelemiyorum. Başbakan Erdoğan'ın azınlığın çoğunluğuna tahakkümüne karşı duruşuna nasıl alkış tutmuş ve yürekten destek olmuşsam şimdi çoğunluğun azınlığı şekillendirme, onlara ahlakı-iyiyi öğretme ve dayatma teşebbüsüne de en sert tavrımla hayır diyorum. 

Başbakanın rahatsızlık duyduğu hadise kızlı-erkekli ev paylaşımı. Bu durumun ailelerce şikayet konusu olduğunu söylüyor. Şikayeti dikkate almalarının gereğini de muhafazakar-demokrat bir parti olmalarına bağlıyor. Bu durumda şikayetçi olanların muhafazakar aileler olduğunu söyleyebiliriz. Şimdi esas soru şu; muhafazakar aileler çocuklarını "iyi" yetiştirememişler mi ki üniversiteye gittiklerinde içinde oldukları hallerden şikayetçiler? Eğer onların "iyi"si kendi evlatları tarafından uygulanmıyorsa burada sorumlu devlet mi oluyor? Bahsettiğimiz konuya muhatap öğrencilerin en küçüğü 18 yaşında ve sanıyorum aileleri onlara güvenmiyor veya meşhur deyişle onlara güvense de çevreye güvenmiyor dolayısıyla da devletten veya Başbakandan güvenmedikleri çevreyi hizaya sokmasını istiyor. Peki bunun tam tersini hiç düşünüyorlar mı? Aslında bizzat yaşadıkları tarihi gerçeği ne çabuk unuttular demek gerekiyor. Uzun uzadıya anlatmamıza gerek yok sanırım, çok uzak olmayan bir zaman diliminde "muhafazakar-dindar" kişiler çevre tarafından güvenilmez, değersiz addedilmiyor muydu? Alkol kullanmamanın, sarmaş-dolaş gezmemenin, başörtülü olmanın vs. hakir görüldüğü, tehlikeli algılandığı günler unutuldu mu?

Kısacası herkesin yaşam tarzı, doğrusu, iyisi, yanlışı farklılaşabiliyor. Ülkenin kahır ekseriyeti müslüman ve dolayısıyla İslami değerler bu toplum için en doğru olanıdır diye düşünebilirsiniz ancak size katılmayanlara da karışma hakkınız yoktur. Eğer ülkenin kahır ekseriyeti müslüman ve İslami değerlere sahipse bugün tehlike olarak gördüğünüz konu nasıl gündeme geldi? Sanıyorum hepimizin takkemizi önümüze koymamız gerekiyor. Alkolle mücadeleyi cehennem korkusu üzerinden yaparsak, namusu iki bacak arasına sıkıştırıp sadece zina haramdır argümanı üzerinden açıklarsak ve bu gibi konuların aile meclislerinde konuşulmasına dahi müsaade etmezsek karşılaştığımız tablo şaşırtıcı olmamalı. 

Türkiye yenileniyor, hiç tartışmadığı konuları toplumun tüm kesimleriyle bağıra-çağıra tartışıyor ve elbette bu süreçte siyasi partilerimiz sınav vermeye devam ediyor. Bugün halen daha AK Parti'nin sınavda ipi göğüsleme potansiyeli varken niçin "Eski Türkiye" zihniyetiyle hareket edip, demokrasinin içinde muhafazakarlığı özgürce yaşamak yerine otokrat bir kimliğe bürünüp muhafazakarlığını dayatmanın peşine gidiyor? Eğer oyların konsolidasyonu falan diyecek olursanız, parti içerisinde bile bu tutumu eleştirenleri görmüyorsunuz herhalde, yok alternatifsizliğin dayanılmaz hafifliğiyle hareket ediyoruz diyorsanız, kimler geldi kimler geçti hayatımdan şarkısını bilmiyorsunuz demektir. 

Twitter'dan taciz edebilirsiniz: @burakyalim      

   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder