21 Temmuz 2012 Cumartesi

Beraber Yürümedik Biz Bu Yollarda Ama Erdoğan’a Lazımsın



Numan Kurtulmuş’un AK Parti’ye geçip geçmeyeceği henüz kesinleşmiş değil ama geçmeyeceğine yönelik herhangi bir belirti de yok. Şu an karar aşamasında olan şey sanıyorum ki HAS Parti’nin lağvedilip tamamen AK Parti’ye mi geçeceği yoksa partiden Numan Bey ve beraberindeki arkadaşlarının ayrılıp AK Parti’ye mi dahil olacağıdır. HAS Parti denildiğinde Numan Bey'den sonra akla gelen ilk ve etkili isim Mehmet Bekaroğlu, AK Parti ile birleşmeye dair tavrını en net biçimde ortaya koyan oldu ve hatta Numan Bey'in Başbakan ile görüşmesini de onun söylemleri sağladı diyebiliriz. Zira medyada çıkan birleşme dedikodularından sonra Mehmet Bekaroğlu Numan Beyin tatmin edici bir açıklama yapması gerektiğine işaret etti ve akabinde Numan Bey "Bu konuda benim muhatabım başbakandır" dedi. Sonrası hepimizin malumu olan Başbakan’ın daveti ve Numan Bey ile görüşmesi.
Numan Bey ama arkadaşlarıyla birlikte ama partisini lağvederek AK Parti’ye katılırsa ne olur? Bu ittifak bize neyi anlatır? Günlerdir bu konuda yazılıyor, konuşuluyor ve birçok senaryodan bahsediliyor. Bana kalırsa Numan Beyin AK Parti’ye katılması kendi açısından iyi olmamakla birlikte AK Parti’ye ivme kazandırabilir. Numan Bey için iyi olmayacaktır zira iktidarın içinde olup iktidara muhalefet etmek pek olası ve kolay değil. Türkiye’nin ihtiyacı da iktidarın güçlenmesi değil aksine yapıcı ve etkin bir muhalefet.  HAS Parti bu muhalefeti çok ses getirerek olmasa bile doğru bir söylemle gerçekleştirmeye çabalıyordu. AK Parti iktidarının %50 dolayında oy aldığı son seçimlerden sonra alabildiğine otoriterleştiği, Başbakan Erdoğan’ın iki dudağı arasından çıkan sözlerle hareket eden bir yığın görüntüsü aldığı ve devletleşmeye başladığı hepimizin bildiği bir gerçek. Böyle bir ortamda Numan Kurtulmuş gibi bir figürün AK Parti’nin önemli bir mensubu haline gelmesi çok küçük bir ihtimal de olsa AK Parti’deki bu kötü gidiş olarak nitelediğim devletleşme ve tek adamlaşma sürecine olumlu yönde tesir edebilir. Numan Bey en azından AK Parti içerisinde yer alarak partinin 3 yıllık iktidar yorgunluğuna, ağır bir itham olsa da AK Parti içerisindeki yozlaşmaya karşı iyi bir panzehir oluşturabilir. Muhtemelen AK Parti içerisinde iktidarının ve konumunun baki kalmasını isteyenler için Numan Kurtulmuş ve ekibinin ve hatta henüz belirginleşmese de kulislerde konuşulan Süleyman Soylu’nun partiye katılmaları ciddi rahatsızlık oluşturacağı gibi bir tehdit algısı oluşturarak dinamizm kazanmalarına sebep olabilir. Numan Bey’in AK Parti’ye katacakları bununla da sınırlı olmayacaktır. Önümüzde Cumhurbaşkanlığı seçimini de dahil ettiğimizde çok kısa zaman içinde gerçekleşecek üç seçim süreci mevcut. Yerel-genel ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de Numan Kurtulmuş’un AK Parti’ye önemli bir katkı koyacağı da yadsınamaz bir gerçektir. AK Parti içerisindeki elitler her ne kadar rahatsız olursa olsun Numan Bey’in AK Parti’ye katılımı parti tabanında da coşkuyla karşılanacağı gibi küçük de olsa bir bütünleşme hamlesi ve sembolü olarak görülerek Milli Görüş çizgisinden AK Parti’ye önemli bir oy taşıyacaktır.
Numan Beyin katılımı AK Parti’ye ve özellikle Başbakan Erdoğan’a yarayacaktır. 2010 referandumunda %58’lik “evet” cephesi çok kısa bir zaman sonra gerçekleşen seçimlerde AK Parti’nin aldığı yaklaşık %50’lik oy ve yeni cumhurbaşkanını halkın seçecek olması birlikte düşünüldüğünde Başbakan Erdoğan’ın Numan Kurtulmuş ve Süleyman Soylu gibi isimleri partisine dahil etme girişimi çok pragmatik görünmektedir. 12 Haziran 2011 seçimlerinde AK Parti’nin aldığı %50’lik oy geniş kesimlerce başarı olarak değerlendirilmişti. Başarısızlık olarak lanse edilmesi zor olmakla birlikte bu seçimlerden çok kısa zaman önce yapılan 12 Eylül 2010 referandumunda “evet” cephesine verilen %58’lik destek göz önüne alındığında AK Parti’ye olan desteğin 8 puan gerilediğini söylemek zorlama bir yorum olmayacaktır. Başbakan Erdoğan’ın bugün Numan Kurtulmuş’la başlayan ve Süleyman Soylu ile devam edeceği söylenen ittifak çağrısına bakıldığında kendisinin de böyle bir okuma yaptığını söyleyebiliriz. Başbakan Erdoğan böyle bir okuma yapmıştır çünkü şuan tartışmasız tek hedefi olan Çankaya Köşkü’ne çıkması için %50’nin üzerinde bir halk desteğine ihtiyacı olmakla birlikte birinci turdan bu desteği hem de en üst seviyelerde alarak Başkanlık veya Yarı-Başkanlık sistemi için de meşruiyet aramaktadır. “Milli İrade” söylemine sıklıkla başvuran, milletimin işaret ettiğini yaparım diyen Başbakan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde daha ilk turdan %60 civarında ve hatta üzerinde oy alması Başkanlık veya Yarı-Başkanlık için milletten ruhsat alması anlamına gelecektir.
Numan Kurtulmuş’un AK Parti’ye epey yarayacağı ortadayken Numan Bey bu süreçten kendisi ve bugüne kadar ortaya koymaya çalıştığı vizyon adına ne devşirecektir? Numan Kurtulmuş 1998 yılında Fazilet Partisi çatısı altında Rahmetli Erbakan ile siyasete başladığı günden bu zamana kadar Milli Görüş çizgisi içerisinde ve genel olarak AK Parti’nin çekirdek kadrosunun da temsil ettiği “yenilikçi” çizgide yer aldı. En son “Medeniyet Siyaseti Hareketi” çevresinde bütünleştiği arkadaşları ile birlikte HAS Parti’yi kurdu ve her zaman vicdanlı, ilkeli, mütevazı kişiliği ve siyasi duruşu ile bilindi. Şimdi AK Parti’ye katılımı halinde Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olması ile birlikte Başbakan olacağı konuşuluyor ve hatta bizzat bu teklifin yapıldığı dillendiriliyor. Bana kalırsa Numan Bey’in AK Parti içerisinde Başbakanlık kadar önemli bir göreve getirilmesi mümkün olmayacaktır. Bunun sebebi 2002’den bugüne parti içerisinde yer alanların “beraber mi yürüdük bu yollarda” sorusunu soracak olması ihtimali ve elbette Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması durumunda çok etkili ve aktif bir başbakanı istemeyecek olmasıdır. Numan Bey’in hangi gaye ve hedeflerle AK Parti’ye katılmak isteyeceğini bilemiyorum ancak hedefleri ne olursa olsun çok kolay ve rahat bir şekilde gerçekleştirmesinin de mümkün olmayacağını söyleyebilirim. Gerek Numan Bey’in 1998’den günümüze izlediği siyasi çizgi ve yaşadığı ayrılıklar gerekse AK Parti içerisindeki yapı düşünüldüğünde bu çok kolay anlaşılabilecektir. Bunlar düşünüldüğünde Numan Bey’in AK Parti içerisinde  – eğer dahil olursa –  çok uzun bir süre barınabilmesi bile mümkün olmayabilir.
Takip Et (twitter): @burakyalim

15 Temmuz 2012 Pazar

Kapasite Meselesi: 10 Yılda 15 Milyon Genç ve Suriye


 Burak Yalım burakyalim@haberx.com 
01.07.2012 18:35
Kapasite Meselesi : 10 Yılda 15 Milyon Genç ve Suriye


Türkiye’nin bir jeti düşürülüyor, iki pilotu -ölü veya diri- halen daha ortada yok. Düşen jet Amerikan malı vuran roket Rus... Olay Suriye ile Türkiye arasında gibi görünen bir küresel hegemonya meselesi. Sıfır sorun olmuş sırf sorun, bu AK Parti’nin dış politikası da zaten başından beri tutarsızdı ve-veya AK Parti savaşa girmeyecek kadar sağduyulu bir iktidar ve dostluğumuz kadar gazabımız da büyük olacak ama dur bir dakika olay başka, hem zaten milli meseleyi siz nasıl AK Parti’nin başarısızlığı olarak görürsünüz..! Dalkavuk ve hain misiniz!?
Siyasi angajmanlarımız veya olaylara bakışımızın siyasi tercihlere göre şekillenişi o kadar bariz ki, savaş çığırtkanlığı yapanlar ve iktidarı suçlayanlar ile itidalli olduğu iddiası ile iktidarı kollayanlar arasında gelip gidiyoruz. Başbakan Erdoğan çevir kazı yanmasın durumunda neyi nasıl açıklarımın derdinde müzmin muhalefet Kılıçdaroğlu ve Bahçeli iktidara talip olmak yerine iktidarı düşürmenin derdinde… Arada çok fark var! İktidara talip olmanız için mevcut iktidarı kötülemek değil yapamadığı ve göremediği şeyi yapmak ile söylemek varken yaptıklarına alternatif üretmeksizin karalamak kadar işte.
Anketlerde AK Parti halen daha %50’nin üzerinde görünüyorsa bunun bir anlamı olmalı ve bu anlam benim nazarımda kötüye gidişimizin nişanesidir. Ustalık dönemine gelmiş birini tehdit edemeyen çırak mı utansın yoksa ustalığı çıraklığından berbat olan mı bilemiyoruz. Görünen ve gösterilen ustaya tevessül ve hatta tahammül edişimiz biraz da bundan ileri geliyor herhalde.
Türkiye’nin Suriye’ye savaş açması felaket olur o ayrı bir konu ama zaten o savaşı açabilecek bir kapasitesi mevcut mu diye hiç sorgulamıyoruz sanırım. Alt okumaları buram buram Osmanlıcı olan ve içimizi okşayıp hoşumuza giden retorik/söylem fiiliyatta neye tekabül ediyor sizce? 1974’te anladığımız bir şey vardı; o da kendi uçağımızı, silahımızı, cephanemizi vesairesi ile milli savunmamızı tesis etmemizin kaçınılmaz olduğuydu ve o gün bugün kör topal ilerliyoruz bu yolda.
Henüz bir hafta kadar önce Hür Kuş’a binebilecek kadar geciktiğimizin farkında olmalıyız artık. Zaten Hür Kuş adlı savaş uçağını yapan ekibin başındaki kadın mühendis de (kadın vurgusu önemli) ifade ediyor çok geç kaldığımızı, bu zamana kadar bunu yapabilirdik diyor. Niye yapmadık sorusuna aranacak cevabı ise bir seyahat esnasında havacı subaydan dinlemiştim; Amerikalılar sizin yerinize biz yaparız demişlerdi ve biz de kolaya kaçmıştık. Eh Amerikalı yapınca Rus da indiriyor aşağı, işte gördük. Biz yapsak daha iyisi olur muydu bilmem ama en azından Suriye semalarında dolaştığında Rus füzesine vurulma riski daha az olabilirdi.
Hatırlar mısınız 10 yılda 15 milyon genç yaratmıştık her yaştan! Ayrıca demir ağlarla da ördük anayurdu 4 baştan! O yüzden bugün Suriye’ye açacağımız savaştan da açık alınla çıkabilir miyiz mesela? 10 yıldaki her savaştan öyle çıkmışız ya! Ama 10 senedir AK Parti’nin yönettiği bir ülke olarak bunu yapamayız, bunlar memleketi sattı! 1923’ten bugüne biriktirdiğimiz sermayeyi, oluşturduğumuz milli savunmayı, yetiştirdiğimiz insan kaynağını, denizciliği, havacılığı, karacılığı ve hasılı tüm KAPASİTE’mizi bunlar 10 yılda yok etmeseydi şimdi biz var ya dünyaya meydan bile okurduk! Ama işte neylersin bu AK Parti sıfır sorun diyerek, Araplara yüz vererek, Emperyalist ABD ile işbirliği yaparak ve Büyük Ortadoğu Projesine eş başkanlık ederek memleketin tüm birikimlerini(!) alt üst etti ve bu hale geldik.
Şimdi oturup başımızı ellerimizin arasına alıp derin derin düşünmek ve bir muhasebe yapmak zorundayız. Dün ne yaptık, bugün ne yapıyoruz ve yarın ne yapmalıyız? Dünyanın en önemli coğrafyasında bulunduğumuz için dünyanın en önemli gücü ile ittifak edip zaman zaman o gücün istekleri noktasında mı pozisyon belirleyeceğiz, zira kapasitemiz kendi başına hareket etmeye yetecek boyutta değil. Yoksa kapasitemizi arttırma işine daha fazla sarılıp mümkün olan en kısa zamanda daha kolay manevra yapabilecek bir konuma mı geleceğiz? Kimsenin birincisini tercih edeceğini sanmıyorum ama ikincisinin de kolay bir şey olmadığını bilmemiz gerekiyor. Buna karar verirken de kimsenin kimseyi kandırmasına gerek yok.
Durum çok açık ortada, ne 10 yılda 15 milyon genç yaratabilmişiz ne de bugün kullandığımız yüksek perdeli ve güçlü söylemin arkası dolu. Cemil Meriç’in dediği gibi “Bilmek kıyas etmektir. Kendimizi tanımadan başka ülkelerle nasıl karşılaştırabiliriz?” Bizim yapmamız gereken ne arkası dolmayan söylemlere sığınıp eylemsizliğimizi örtmeye çalışmak ne de yaptık diye kendimizi kandırmaktır.
Ahmet Telli’nin söylediği gibi söz ile eylemin yüzleşeceği olgu etiktir ve sanıyorum ki biz etik olmayan bir söylem-eylem pratiğini tercih etmeyecek kadar feraset ve derinlik sahibi bir yaşayış tarzını tarihe mal etmiş bir toplumun çocuklarıyız. Şimdi uçağımız düşürülmüş daha önce de 9 vatandaşımız öldürülmüştü, unutmayalım ki Cemil Meriç Üstadın söylediği gibi “şuur uçurumların önünde uyanır ve düşünce buhranların çocuğudur”.

21 Haziran 2012 Perşembe

Terörle Mücadele Ehliyetimiz Var mı?


Türkiye’nin en büyük sorunlarından birisi mesleksizlik diye birkaç kez söylemiştim. Bu mesleksizliğin başımıza ne işler açtığını göremiyoruz maalesef ve daha dün sırf bu yüzden 8 tane şehit verildi. Klişe tanımıyla daha ömrünün baharında olan 8 tane delikanlı, ehliyetsiz oldukları için öldü, öldürüldü. Konunun ehliyetle, meslekle ne ilgisi var demeyin sakın. Terörist öldürmek ve teröristle mücadele etmek, genel manasıyla askerlik bir meslektir ve o mesleği ehliyetiniz olmadan yaparsanız kaçınılmaz sona doğru ilerliyorsunuz demektir.

Türkiye’nin kaç yıldır PKK ile mücadele ettiği, kaç tane vatandaşını bu mücadele esnasında yitirdiğini söylememe gerek yok, ezberledik artık ve hatta kanıksadık bu durumu. Eğer vatan sağ olacaksa ve bölünmeyecekse biz ölmeye devam edeceğiz düsturu ile ehliyet, meslek falan umursamadan gidiyoruz bu yolda. Hamasi nutuklar, milliyetçiliğin dip noktaları, kin ve nefretin büyük bir magandalıkla dışa vurumu falan filan… Kimse sormuyor ehliyetin var mı diye, vatan savunulurken ehliyet mi sorulur sanki! Ortada topyekûn bir savaş olsa bu ehliyetsizlik halini anlayabilirim belki ama ortadaki bir terör örgütü ve onun kanlı eylemleri kadar olağan bir şey. Terör örgütü sadece Türkiye’nin mücadele ettiği bir şey değil, bazen kendimizi dünyalı diğerlerini uzaylı sanıp her şeyi bir bizde var gibi değerlendiriyoruz ya, bu da bazen öyle sanılıyor. Oysa İspanya, İngiltere, Fransa ve birçok ülkede de terör ve onu yapan örgütler mevcut.

Mesele terör örgütü ile nasıl mücadele ettiğiniz, bu mücadele için ehil olup olmadığınız. Türkiye eğer yıllardır dillendirilen profesyonel ordu anlayışına geçebilseydi yahut terörle mücadele için özel kuvvetler oluştursaydı bugün yaşadığımız acılar olmayacak ve feryat figan etmeyecektik. İşte bu yüzden mesleksizlik ve dolayısıyla ehliyetsizlik büyük problem! Terörle mücadele işini TSK yapıyor, yıllar oldu Sedat Laçiner söylemişti; “yahu balyozla sinek mi avlanır” diye. 20-40 günlük eğitimden (o eğitimde ne kadar eğitim) geçen 19-20 yaşında çocuklar ıssız dağlar ve bayırlarda hissiz teröristlerle nasıl mücadele edebilir argümanını bir sürü insan farklı zamanlarda dillendirdi. Ama değişen hiçbir şey olmadı! Profesyonel ordu kurulsun dedik diye vatan haini olduk! Maaşla askerlik mi olur dediler sanki rütbeliler maaş almıyormuş gibi! Bakın sevgili dostlar askerlik doğuştan gelen ve her Türk’ün içinde beliren mucizevi bir şey değildir. Askerlik bir meslektir ve öğrenilen, eğitim süreçleri olan, bu süreçlerin sonunda da ehliyeti alınan bir meslek!

Dağlıca’da 8 asker şehit oldu. PKK terör örgütünün eş zamanlı yaptığı saldırılara mukavemet gösteremedi, bu saldırıların olacağının istihbaratını alamadı, istihbarat aldıysa bile karşısında nasıl bir önlem alacağını bilemedi ve en nihayetinde karakolun dibine kadar ağır silahlarla gelen teröristlerin açtığı ateşle birlikte askerler şehit edildi. Kimse benden hamasi nutuk beklemesin, elbette ölenlere rahmet dilemek, ailelerine sabır dilemek boynumuzun borcu ama “bunun intikamı alınacak, hesabı sorulacak, kalleşler, hainler” demekle bir arpa boyu yol alamayız. PKK bir terör örgütü ise mesleği icabı terör yapacaktır ve anlaşılan o ki bu konuda PKK ehil bir hale gelmiştir. Kendi öz gücü yetmeyince başka kuvvetlerden yararlanabilen, mesele Türkiye’ye zarar vermek olduğunda deyim yerindeyse kimin kucağına oturduğunu önemsemeyen bir yapıdan bahsediyoruz. Böyle bir yapı karşısında ehliyetsiz bir savunma anlayışının başarılı olmasını beklemek saçmalıktır. Saçmalık değilse bile ehliyetsiz bir şoförün hasbelkader araç kullanması ve eğer şanslı ise kaza yapmamasıdır. Peki, insan hayatını ilgilendiren bir konu tesadüflere ve şansa bırakılabilir mi? Anlı şanlı ordumuz vardı Ergenekon, Balyoz falan filan ile orduyu bu hale getirdiler savunmasına kimse kalkmasın lütfen, terör 10 senelik bir mesele değil bunu hepimiz biliyoruz! Ayrıca ismi geçen davalar ile tutuklananlar sahada teröristle mücadele edenler değil bildiğimiz maaşlı devlet memurları ve sahada olan-ölen maaşsız, zorunluluktan oraya gitmiş er!

Uzatmanın manası yok. Kürtlerin temel hak ve özgürlükleri ile PKK’nın birbirinden farklı şeyler olduğunu artık sağır sultan duymuş ve biliyor olmalı. PKK’nın en çok Kürt halkına zarar verdiği de ortada. Terörü meslek haline getirmiş bir örgütün Kürt halkına hak-özgürlük getirmekle bir ilgisi kalmamıştır. Eğer PKK terör örgütü olmayı meslek olarak layıkıyla yapıyorsa sen de terörle mücadele örgütün olan kolluk kuvvetlerini ehil hale getirecek ve yıllardır 3-5 çapulcu dediklerine haddini bildireceksin. Ha bunu yaparken demokratik hakları, Kürtçe eğitim hakkını, Kürtlerin demokratik taleplerini ıskalarsan, işte o zaman PKK’yı haklı hale getirirsin. Kürt Sorunu olarak adlandırdığımız demokrasi sorununu reformlarla çözerken diğer yanda ehliyetli bir savunma gücü ile terör yapacağım, kurşun atacağım diyenlere nefes alacak alan bırakmayacaksın. Bunu sağlayabildiğin sürece bölgede yaşayan Kürt halkı da iki arada bir derede kalmaktan, PKK’nın tehdidinden kurtulacak ve sesini daha çok çıkarabilecektir.

Türkiye’nin ehliyetsizlik sorunu sadece terör konusunda değil ama bu ehliyetsizlik çok can alıyor, can yakıyor ve her geçen gün bizi daha fazla bölüyor. Artık şu arabayı ehliyetle kullanmak için bir aklın oluşması şart. Aksi takdirde arabayı direğe, kaldırıma, taşa, duvara çarpmaya devam edeceğiz. Burada cana geleceğine mala gelsin demek de iş görmüyor çünkü her gelen cana geliyor!




27 Şubat 2012 Pazartesi

Ben O Hesaptan Korkarım: Türk’ü Yüceltmek İçin Ermeni’yi Aşağılamak mı Gerek?

27 Şubat 2012
Kenara köşeye çekilmek ve susmak ne mümkün! Ülkem öyle bir yer ki susarsan sessiz kalırsan eğer “yanlış olana”, “haksızlığa” tevessül etmiş gibi hissediyorsun kendini. Çünkü kötülerin çok olduğu yerde iyilerin sessizliği en büyük kötülük olabiliyor. Konuştuğunda ise yediğin küfrün ve edilen hakaretin bini bir para ya da biri bin para… O kadar kolay küfür edebiliyoruz ki bin tanesine bir para ödüyor ve ettiğimiz küfürlerle o kadar tatmin oluyoruz ki bir tanesi bin para değerinde…

İnsan Tanrı’nın yeryüzündeki halifesi ve yaratılanların en mükemmeli olmasaydı eğer biliyorum ki birçokları ile ne konuşur ne iletişir ne de selamlaşırdım. Hani köpeğin hatırı yoksa sahibinin hatırı var yaklaşımı biraz benimki ve hak ile batılın mücadelesi olduğuna inandığım dünya âleminde haktan yana olabilme çabası… Marifet ise sırf bu meram üzere küfür yemek düşüyorsa hissemize ona da eyvallah edebilme dirayetini hep göstermek, tabir yerindeyse sol yanağa yediğin tokattan sonra sağ yanağı çevirebilmek. Her şey zıttı ile kaimdir elbet ve mutlaka barışın ve insanlığın karşısında da zalimlik ve savaş olacaktır. Mesele bu zıtlıkta hangi pozisyonu benimsemeye çalıştığınız, bakın benimsediğiniz de değil, benimseme çabanızın bile anlamı var. Hattı zatında insan beşer kuldur şaşar.

Dün Taksim’de bundan 20 yıl önce Hocalıda 623 Azeri’nin vahşice öldürülmesi, katledilmesinin anılması için bir yürüyüş düzenlenecekti. Yürüyüşün ilanları ile başlayan endişem dün itibariyle gerçek oldu ve Taksim’de toplanan kalabalıklar Hocalı Katliamını anmayı Ermeni düşmanlığına çevirdi. Hepsi Ogün Samast olan mı ararsınız yoksa Ermenilere ağza alınmayacak hakaretleri güle oynaya söyleyenler mi… İronik olan anlı şanlı tarihlerine atıf yapan bu insanların “Osmanlı Hoşgörüsü” dedikleri şeyden nasibini almamış olmalarıydı. Sivil bir anma olacak derken orada İdris Naim Şahin’in yani İçişleri Bakanı’nın olduğunu da öğrendik ve kendisinden tarihe altın oylarla(!) yazılacak “Türk’ün Türk’ten Başka Dostu Yoktur” sözünü de işittik. Aslında bu da İdris Naim Şahin’in sahip olduğunu sandığı muhafazakâr kimlikle çelişiyordu ve İdris Naim beyin inandığını söylediği kutsal dinin peygamberi Haz. Muhammed veda hutbesinde Türklere değil İnsanlığa sesleniyordu! Neresinden tutsak dökülen, çelişkiler yumağı ve nefret saçması bir eylemdi işte! Bütün hesap “Hepimiz Ermeniyiz” diyenlere haddini bildirmek ve “Ermenileri” olabildiğince aşağılamak üzere kuruluydu. Atatürk’ün askerleri olduğunu iddia edenler Atatürk’ün yaptığı söylenen yerden bayrağı kaldırıp o bir milletin onurudur sözüne bile sadık kalamıyordu. Başbuğ’un askerleri ise Ermenistan ile diyalog köprülerini kurma çabasına ilk girişen siyasetçilerden biri olan Başbuğlarının kemiklerini sızım sızım sızlatıyordu. “Türk’ü yüceltmek için Ermeni’yi aşağılamak gerekir” gibi bir ruh hastalığının dışa vurumu bundan daha iyi olamazdı. Yani varlığınızın yüceliği başkalarının aşağılık olmasından mı kaynaklanıyordu?

Hocalı Katliamı’nı bir nefret ve kin kusma törenine çevirerek Hocalı’da kalleşçe öldürülen insanları siyasi bir malzeme yapmak için kurulan şebekeler Hocalı’yı dünya barışına, dostluğa ve kardeşliğe ne kadar gereksinim olduğunu gösterecek şekilde anmayı beceremezlerdi çünkü içlerinde derin bir intikam ve rövanş hırsı vardı. Oysa Srebrenitsa, Hocalı, Felluce, Bulgaristan’da Jivkov dönemi uygulamaları, Almanya’da Türklerin Nazi eylemlerine kurban gitmesi, Gazze ve daha niceleri bize kin ve nefretin, ırkçılığın, etnik çatışmanın, bahşettiği acılar değil miydi? Yeni bir acıya daha dayanacak kadar gaddar mı yüreklerimiz? İstediğiniz Türkiye’de yaşayan Ermenileri, Yahudileri, Kürtleri ve bilimum Türk olmadığını iddia edenleri kesmek, asmak ve bu topraklardan dışarı atmak mı? Peki, Türk’ü oluşturan unsur olarak saydığınız tüm bu renklilik ve çeşitlilik gittiğinde sizin elinizde ne kalacak?

Kendini koca bir okyanusun içinde doğru yolu bularak orada yürüme çabasına adayan bu fakir de kalkıp“yapmayın, etmeyin, eylemeyin, Azeri’yi sahiplenirken Ermeni’yi aşağılamak aslında Hocalı’da Azeri’yi aşağılayanla bir olmaktır” demeye çalıştı hep. “Hocalı’da yaşanan katliamı lanetlemeyen Ermeni de, Hocalı üzerinden Ermeni kimliğini topyekûn lanetleyen Azeri de ve bu acı ve gözyaşı üzerinden siyasi rant devşirmek isteyen de zalimdir, sevgisiz, saygısız, merhametsizdir” diye haykırmaya çabaladı. Ama nasibine düşen “Türk Düşmanlığı”, “Vatan Hainliği”, “Ermeni Yalakalığı” vs. oldu. Ben hepsine razıydım da iş beni de aştı etrafıma, kurumuma ve sevdiklerime yöneldi. Çalıştığım kurum ile şahsi kimliğim örtüştürülerek hakaretlerin boyutu arttı. Aslında şaşırmamak lazım, Ermenistan Devleti’nin Hocalı’da yaptığı katliamı bütün Ermenilere yükleyen tavrın sahipleri benim duruşumu da bütün kuruma rahatlıkla yükleyebilirler. Yahut İsrail Devleti’nin Gazze’de yaptığı zalimliği tüm Yahudilere yükleyip Anti-Semitizm yapabilirler. Ha ben şimdi vazgeçtim susuyorum ve geri adım atıyorum sanıyorlarsa Hz. Ali’nin “Haksızlığın karşısında eğilmeyiniz, çünkü hakkınızla beraber şerefinizi de kaybedersiniz” sözüne sadık kalacağımı bilsinler. Şahsıma yönelik hakareti kaldıracak sabır ve dirayeti gösterirken dolaylı şekilde tehdit ederek “dediklerinin karşılığını alırsın merak etme” sözünü söyleyenlere ise gülüyorum.

Son olarak yaşadığımız bu münakaşalara şahit olan dostlardan nazik bir uyarı aldım. “Aman Başkan artık seni kimse üniversiteye konuşmacı olarak çağırmayacak, dikkat et” kabilinde bir şey söylediler. Beni düşünmeleri çok hoş, çok güzel eyvallah lakin ben kimsenin beni bir yere sevdiği sözleri söyleyeceğim için konuşmaya çağırmasını beklemiyor ve hatta istemiyorum. Gerçekler acıdır ve maalesef acıtır, yüzleşmek ise zor bir imtihandır. Memleketimde üç beş ağdalı cümle ile ve “Atatürk, Vatan, Millet, Din” gibi halkın kutsal saydıkları övülmek suretiyle nasıl popüler olunduğu aşikâr, sırf bu sözler üzere insanlar saraya giriyor yani vekil falan oluyor. Bu sözlerim üzerine “Ama senin de hedefin siyaset değil mi?” diyenler oluyor. Siyasetin hakikat olduğuna inanmadıkça ve popülist nutuklarla rant kapmanın alaşağı edildiğini görmedikçe siyaset eksik kalsın. Yalanlar üzere oturulan koltuklar, gelinen makamlar ve ulaşılan mevkiiler hak ve hakikat nazarında hesaba çekilecektir elbet. Ben o hesaptan korkarım.

Burak Yalım  twitter     
UİÇ Derneği Başkanı (www.tuicplatform.org)