31 Aralık 2013 Salı

2014'te Hak Yerini Bulsun...

2013'ü geride bırakıp yeni bir yıla başlarken siyaset arenasında yeni bir sayfa açmamız pek mümkün görünmüyor. Sanırım 2013'ün en uzun dönemi Gezi olaylarından sonra Aralık ayı oldu ve 2014 yılı ise bir bütün olarak çok uzun geçecek gibi görünüyor. Yolsuzluk-rüşvet iddiaları ile açılan dava ve bu dava ile sağır sultanların da duyduğu iktidar-cemaat kavgası ve bu kavga etrafında yaşanan kamplaşmalar devam edecek gibi görünüyor. Şu dakikadan sonra iktidar partisinin de, cemaatin de bir adım geri atıp sağlıklı düşünmesini beklemek çok zor. 

Genel olarak her zaman söylediğim şu olmuştur; elbette ABD, İsrail, Avrupa Birliği vs. gol atmak isteyecektir, mühim olan sizin kalecinizin, savunma hattınızın ne kadar sağlam olduğu veya oyunu karşı yarı sahaya yıkıp önde basarak topa hakim olup olmadığınızdır. Sedat Laçiner hocanın İlkeler-Kurumlar başlıklı Star gazetesindeki yazısında eleştirdiği "devlet geleneği" konusu çok önemli. Eğer devlet geleneğiniz varsa ve yasama-yürütme-yargı erkleri vatandaşın gözünde saygı ve güvene sahipse korkacağınız cemaat, cemiyet, örgüt, dış mihrak, faiz lobisi falan olmaz. Sedat Hoca yazısında Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyeti'ne geçiş sürecinde devletin devlet olmaktan çıkarıldığına ve millete karşı bir örgütlenme haline getirildiğine dikkat çekmiş. Kadir Cangızbay'ın kitabına verdiği isim olan "Hiç Kimsenin Cumhuriyeti" ifadesi bu meseleyi özetliyor aslında. Tek tek saymanın manası yok; bu ülkede acısı, dışlanmışlığı, hakir görülmüşlüğü ve egemenlik kayıtsız şartsız milletindir denilerek bütün egemenliği elinden alınmışlığı olmayan bir kimlik var mı?

Küreselleşmenin hayatımızın her alanını kapsadığı şu zaman diliminde etrafınızdaki herkesi düşman ilan etmek bir bakıma kendi kendinize düşman olmaktır. Geçtiğimiz gün yine Star'dan İbrahim Kiras yazısında gelinen noktayı özetleyen şu ifadeleri kullandı: "Darbe sözünü vaktiyle bazı sokak olaylarını tanımlamakta kullanmışsanız, şimdi dört başı mamur bir darbeye bile darbe dedirtmek zor olur". Kiras'a katılmamak mümkün değil. Gezi Parkı olayları maalesef  parti tabanını konsolide etmek ve oyları arttırmak için bir araç haline getirildi ve bağlamından çıkarıldı. Olaylarda aranılan faiz lobisi, dış mihraklar belki de tam olarak bunu istiyorlardı. Meşru iktidarın meşru söylemlerini tüketmek ve yıpranmasına zemin hazırlamak için Gezi parkı organize edildi deseler inanırım ama bu durumu olaylar karşısında aldığı tavır ile bizzat iktidarın yaptığını alenen gördük ve yaşadık. 

Kişi ne yaparsa kendine yapar deriz ve kişinin kendine yapacağı kötülüğü başka hiç kimse yapamaz. Herhalde son genel seçimlerde AK Parti'nin aldığı %50 oy kadar ona zarar veren bir şey olmamıştır. Seçimler gerçekleştiğinde Ahmet Tezcan, AK Parti'nin şimdi daha çok duaya ihtiyacı var mealinde bir yorum yapmıştı. Seçimlerden sonraki süreç bize bunu çok net bir şekilde gösterdi. Gücün yozlaştırdığı ve mutlak gücün mutlaka yozlaştırdığı söylemi de düşünülürse AK Parti'nin büyüdükçe ve desteğini arttırdıkça ihtiyatsız bir hale geldiği açık. Aslında bunun tam aksine içeride ve dışarıda rakiplerinin daha çok dikkatini çekeceğini ve onlara rahatsızlık vereceğini düşünerek çok daha dikkatle ve özenle politikalar gerçekleştirmesi gerekirdi ve gerekiyor. 

Eğer bir değişiklik olmazsa 2014 yılında iki seçim gerçekleştireceğiz. AK Parti'nin bu seçimlerde başarılı olmaması için hiçbir neden yok. Yerel seçimlerde ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ve hatta 2015'te gerçekleşecek genel seçimlerde AK Parti tekrar birinci parti olabilir ve yüksek ihtimalle olacaktır. Fakat Gezi Parkı olaylarından beri ısrarla vurgulamaya çalıştığım başka bir şey var. Oyların çoğunluğunu almak, birinci parti olmak ve milletin sevgilisi bir lider olmak ülkeyi yönetmeyi kolaylaştıracak mı yoksa daha mı zor bir hale getirecek? Aslında işin özü çoğunlukçu mu yoksa çoğulcu bir zihniyetle mi ülkeyi yöneteceğiz? Erdoğan liderliğinde ve AK Parti'nin zaferden zafere koştuğu ancak sürekli krizlerle, kamplaşmalarla enerjimizi tükettiğimiz bir ülkemiz mi olacak yoksa yine Erdoğan liderliğinde, AK Parti'nin seçim zaferlerini sürdürdüğü ve kronik nefreti olanlar hariç toplumun çok daha büyük bir kesiminin kendini değerli hissettiği bir ülke mi olacağız. Bence Başbakan Erdoğan'ın ve AK Parti'nin önündeki en önemli sorun budur ve bu aşılmadığı sürece kazanılacak zaferlerin hepsi buruk ve enerjimizi tüketen sonuçlar doğuracaktır. 

Şahsi görüşüm bunu aşmanın çok zor olmadığı yönünde zira Avrupa Birliği ile müzakere sürecini başlatan, 2002'den günümüze Türkiye'yi olumlu manada bambaşka bir çehreye kavuşturan bir isim ve partiden bahsediyoruz. 2010 referandumu ve 2011 genel seçimlerinden sonra duraklayıp, Gezi Parkı ile gerilemeye başlayan demokratikleşme eğiliminin tekrar ivme kazanması bütün sorunlarımızı çözebilir. Hepimiz zaman zaman durağanlıklar, tembellikler, gel-git süreçleri yaşarız ve bundan çıkmanın yolu yine kendimize dönüp, öz eleştiri yapmakla mümkün olur. Evet dışarıda da, içeride de AK Parti düşmanları, Erdoğan'dan nefret edenler olabilir ve vardır, peki ya AK Parti'nin içerisinde veya Erdoğan'ın kendisinde hiç hata yok mudur? Tüm negatif göstergelere rağmen ben şahsen Başbakan Erdoğan'ın bu öz eleştiriyi yapabileceğine inanıyorum veya buna inanmak istiyorum.

2013 yılında olması gerekenden uzun aylar, haftalar, günler, saatler ve dakikalar yaşadık. Yazının başında da söylediğim gibi Gezi Parkı olayları ve en son Yolsuzluk-Rüşvet iddiaları hakkındaki gelişmeleri takip ederken zaman zaman "reklam arası" bekler hale geldik, tuvalete çıkamadık. İktidar da muhalefet de ve hatta dünya da bu süreçlerde epey yoruldu. Türkiye eskisi gibi yaşadığı krizleri kendine matuf bir ülke değil. Bu süreçlerde farklı ülkelerden bir çok arkadaş sorularını ve düşüncelerini içeren bir çok mesaj gönderdi mesela. 

Krizlerle yorgun düştük, birbirimize diş biledik ve bazen tamiri mümkün olmayan olaylar oldu. Gezi Parkı olayları sürecinde hayatını kaybedenleri ve onarımı mümkün olmayan yaralanmalar yaşayanları unutmayacağız. Fakat hepimizin umutlu olmasında fayda var. Dünyada insan haklarının, demokrasinin gelişmesi sürecinde büyük badireler atlatıldı, büyük kayıplar yaşandı. Daha geçtiğimiz günlerde Nelson Mandela'ya "huzur içinde uyu" derken "apartheid rejimi" ile ilgili zihnimizi tazeledik. ABD'de çok değil daha 50-60 yıl öncesinde siyahlar büyük bir ayrımcılığa maruz kalıyordu. 

Türkiye'nin demokratikleşme karnesine bakarsak ancak henüz başörtülü vekillerimiz olduğunu, Kürt kimliğini tanımaya başladığımızı, askerliği memleketin en önemli meselesi olmaktan yeni yeni çıkardığımızı, kendine güvenen, ifade yeteneği olan, dünya ile bağ kurmuş nesillerimizin ancak yetiştiğini görmemiz gerekiyor. Eksikler çok, o yüzden kavgalarımız, krizlerimiz var. 2013'te yaşadığımız her krizin olumlu geri dönüşü olacak elbet, yolsuzluk-rüşvet konularından muhafazakarların muaf olmadığını, daha çok demokrasiye ihtiyacımız olduğunu, yerelleşmenin önemini, kent hayatını, mimariyi, kızlı-erkekli meseleleri ve daha bir çok şeyi aşmamız ancak tartışmakla mümkündü. 

Tartıştık, kavga ettik, yorulduk. İnşallah 2014'te hasat olsun. Daha çok kavgamız, tartışmamız olacak elbette, onlarla ilgili de temennimiz seviyeli olsun ve hak yerini bulsun. Hep birlikte daha yaşanılabilir bir ülkeyi inşa etmeye devam etmek, herkesin politika yapım süreçlerine farklı vesilelerle katılması dileğiyle... Yeni yılınız sağlık, başarı ve mutluluk getirsin. #2014tehakyerinibulsun 

Herkes evine dönsün, türkü dinlesin, çay demlesin, muhabbet eylesin. Sretna Nova Godina! =)




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder